
Eskiçağda Bal Ve Arıcılık
Ahmet Levent Zeybek
Bal tarımda, parfüm yapımında kozmetikte, mumyalama gibi farklı alanlarda kullanılmıştır. Baldan arta kalan peteklerden ise aydınlatma, mühür yapımı, resim boyama ve ilaç yapımında kullanılan balmumu üretilmiştir. Bu enfes göz alıcı ilahi sıvı, dinsel ve sembolik değerler ile aynı zamanda sunu objesidir.
Çivi yazılı tabletleri tanrılara sunu yapılan yiyecekler içinde balın her zaman önemli sırada yer aldığını aktarmaktadır. Hatta tanrıları çağırma törenlerinde tanrıların yollarına bal dökerek gittikleri uzak yerlerden tekrar geri dönmeleri arzu edilmekteydi. Hatta Tanrı Telepinu kaybolduğunda bolluk ve bereket gittiğinde bulması için arı görevlendirilmiştir.
Olağanüstü sayılabilecek bir disiplin ve iş bölümüyle ürettikleri balın çok lezzetli üstelik de şifalı olması, insanın balarısını kontrol etme sürecini hızlandırdı. İnsan, ateşin dumanı sayesinde bunu başardığında, arının yuvasını yakından gözlemeye ve bu “kanatlı sosyal böceğin” anatomisi, çalışma biçimi ve ürünleri ile ilgili kuramlar geliştirmeye başladı. Antibakteriyel bir madde olarak yanık ve kesiklerde, bedenin içinde ve dışında bulunan yaraların iyileşmesinde kullanılmaktaydı.
Bütün kutsal kitaplarda mükemmelliği ve faydasıyla bal ve arı üç kutsal (Tevrat, İncil ve Kur’an) kitaba konu olmuştur. Üçünde de yabani bala ilişkin ifadeler vardır. Diğer iki kutsal kitapta rastlanılmamasına rağmen Kur’andaki surelerden birinin adı “Nahl” yani arıdır. Ve doğrudan arının yuva, bal yapma süreci ve balın iyileştirme gücüne ayrılmıştır.
Eski Dua metinlerinde de bal çok önemli ve çok özel bir yere sahiptir.
Tanrılardan gelen mucizevi balın ölümsüzlük ve de şifa veren “ambrosia” özüyle hazırlanan bu tatlı içki ile kahin olma arasında güçlü bir bağ kurulmuştur.
Hitit ekmekleri önemlidir. Bunların içinde “Ninda.Lal”, luviceMallit, Hititçe Milit, bal kelimesi ile ilişkilendirilen “Ballı Ekmek” çeşidine önemli bir örnektir. Yine Hitit metinlerinden öğrendiğimiz kadarıyla balın ruhsal ve bedensel hastalıkların tedavisinde kullanıldığını öğreniyoruz. Ayrıca özellikle de etler kızartılırken zeytinyağı ve bal ile marine edilmekteydi.
Hititler ekmek ve yemek ile kullandıkları balı, şarap ve biranın da içine katarak tüketmişlerdir. Ballı bira ve şarap tanrılar için özel hazırlanmış özel içkilerdir.
Antik kaynaklar; Akdeniz ve Ege havzasında çok geniş bir coğrafyada yapılan arıcılık, ballar ve üretim alanları hakkında bilgiler vermektedir. Anadolu insanı tarafından M.Ö. 7. Bine tarihlenen Çatalhöyük fresklerindeki betimlemeler en eski kanıttır.
Karia, İonia, Lykia, Aolis kaliteli ve önemli arıcılık merkezleridir.
Efes antik kenti çevresinde önemli bir üretim aracıdır.
Ayrıca Asur Ticaret Kolonileri Çağında bal önemli bir besin ürünüdür. Arıcılık ve bal ile ilgili yapılan suiistimallerin cezaları, bir yandan zarar görenin mağduriyetini telafi ederken, bal ve arı kovanı çalan hırsızlara verilebilecek cezalar Hititlerde kanunlarla koruma altına alınmıştır. Hititlerde metinler incelendiğinde tanrılara sunulan yiyecekler arasında balın her zaman yeri ilk sıradadır.
Tarıma elverişli olmayan arazilerden, kırlık ve ormanlık alanlarda gelir elde etmenin en kazançlı yolu olarak görülen arıcılık, tarım ile uğraşanlara gelir kapısıdır. Muğla ve Aydın yöresi ülkemizin en büyük bal depolarıdır. M.Ö. III. YYDA ihraç olarak Mısır’a bal gönderilmiştir. Bazen Batı Anadolu’da şehre gelen önemli misafirlere bal hediye edilmiştir.
Mesela Bal arıları şairlerin ilham perisidir. Bu yüzden doğan bebeklerin dudaklarına bal sürülürse ilerde büyük şair ya da iyi bir konuşmacı olacakları düşünülürdü.
Ya daOğul veren arıların şarap tanrısı Dionysos tarafından zil çalarak bir ağaçta toplanması günümüze kadar gelen “Oğul veren arıların” teneke çalarak bir arada tutulması geleneği günümüze taşınmış halidir.
Selçuk ilçesinde sikkeler üzerinde bulunan Efes Antik kentinde arı betimlemeleridir. Tanrıça Artemis’in bolluk ve bereket sembollerinden biri olan bal ve arı ile ilgilidir. Arı aynı zamanda baharı ve diriliği temsil etmektedir.
Üzerine arı tanrıçaya tapınma sahnesi çizilmiş Sümer-Akad tabletleri ve Mısır firavun damgalarındaki arı figürlerinden anlaşılacağı üzere, Sümerler ve Mısırlılar balarısını, kutsal bir kuş olarak sembolize ediyorlardı. Mısırlılar, balarısının tanrı “RA” nın gözyaşlarından ürediğine inanılırdı. Bal arısı su kamışıyla birlikte, bin yıllarca Mısır devletinin sembol figürleri olarak kullanıldı
Dünyanın yedi harikasından biri olan Ephesus Artemis tapınağında bulunan sikkelerin ön yüzünde arı betimlemesi yer alır.Ephesus Artemis Tapınağı (Artemisian) rahibeleri arasında yer alan önemli bir grubu “Arılar” anlamına gelen “Mellierai” adı verilen rahibeler oluşturmaktaydı. Bu rahibe grubu ismini Melissa “Arı” anlamına gelen kelimenin çoğul halinden almaktaydı.
Apollon’unPythiakahinleri ve Tanrıça Demeter’in rahibeleri de “melissai” olarak çağrılır. Demeter’in kızı Persephone için “ballı” yahut “ballanmış” anlamına gelen Melitodes lakabı kullanılır
Antik söylencede Melissa adlı perinin balı keşfettiği ve diğer perilere onu suyla karıştırarak içecek olarak kullanmayı öğretmesinden bahsedilmektedir.
O zaman , güzel bir efsaneye kulak verelim derim;
Canlılara bereket veren Telipinu, bir gün çılgın bir öfkeyle bağırdı. “Çok kızgınım!
Kimse yanıma yaklaşmasın!” O kadar öfkeliydi ki sağ ayakkabısını sol ayağına, solayakkabısını sağ ayağına giymeye çalıştı. Bu onun öfkesini daha da artırmıştı.Sonunda ayakkabılarını giydi ve gösterişli bir şekilde çıkıp gitti. Yanına olgunlaşantohumları, bereketli rüzgârları ve tarlalarda, otlaklarda ve çayırlardaki verimli ürünleri aldı.
Kırlara doğru gitti ve bir koru içinde gözlerden uzak bir çayıra geldi. Orada üzerinde birbitkinlik hissederek uyuyakaldı.Telipinu‟nun öfkesi tüm doğayı üzmüştü. Sis kırların üzerinde girdap gibi dönüyor,evlerin pencerelerini kaplıyordu. İnsanların evlerini duman doldurdu. Kütükler ocaklarda içiniçin yanıyor ve alev almıyordu. Ağıllardaki koyunlar ve ahırlardaki sığırlar birbirlerinibilmezlikten geldiler. Kuzular, danalar bile anneleri tarafından hiçe sayılıyorlardı. Sığırlar,koyunlar ve insanlar artık gebe kalmıyorlardı. Hamile olanlar bile yeni bir cana hayat
veremediler.
Tarlalarda artık darı, buğday ve arpa yetişmiyordu. Bütün bitkiler kurudu ve öldü.Nem olmadığı için dağlar tepeler kuraklaştı. Ağaçlar da kurudular ve taze filiz vermediler.Çayırlar kavruldu ve kaynaklar buhar olup uçtu. Ülkede kıtlık ortaya çıktı; hem insanlar hemde tanrılar açlıktan öleceklerinden korkmaya başladılar.
Fırtınalar tanrısı Taru, tanrılara bir göz gezdirdi ve oğlunu merak etti. “Telipinuburada değil” diye bağırdı. “Öfkelendi ve bereketli her şeyi yanında götürdü.”
Büyük tanrılar ve küçük tanrılar Telipinu‟yu aramaya başladılar. Tepelerde ve genişvadilerde oradan oraya dolaştılar. Gölleri ve ırmakları geçtiler. Ancak onu bulamadılar.
Sonra Güneş Tanrısı “Git Telipinu’yu ara! Bütün yüksek dağları araştır! Derinvadilere bak! Denizin mavi dalgalarını araştır!” diyerek hızlı kartalı gönderdi.
Kartal çok uzakları ve çok geniş bir alanı araştırdı, fakat Telipinu‟yu bulamadı. Ensonunda güneş tanrısına döndü ve “Telipinu’yu aradım. Yüksek dağların üzerine süzülerekyükseldim, derin vadilerin içine daldım ve denizin mavi dalgalarının üzerinden adetasıyırırcasına geçtim. Yüce tanrı Telipinu’nun izini bulamadım!” dedi.
Fırtına tanrısı kaygılandı ve öfkelendi. Babasının yanına gitti ve “Benim oğlumu kimgücendirdi ki, tohumlar kurudu ve her şey soldu” dedi.
Babası şöyle yanıt verdi: “Onu kızdıran senden başkası değil, sorumlu da sensin!”
Taru karşılık verdi: “Yanılıyorsun! Ben sorumlu değilim.” Bunun üzerine babası:
“Konuyla ilgileneceğim. Eğer suçlu olduğunu öğrenirsem seni öldürürüm. Şimdi git
Telipinu’yu bul!” dedi.
Sonra Taru, ana tanrıça Nintu‟nun yanına yaklaştı e “Telipinu öylesine kızdı ki bütüntohumlar öldü ve her şey kurudu. Babam, bunun benim hatam olduğunu söylüyor, bukonuyla ilgilenmemi istiyor ve beni öldürecek. Neler oldu? Ne yapacağız? Eğer Telipinuyakında bulunamazsa hepimiz açlıktan öleceğiz?” dedi.
Nintu yanıt verdi: “Sakin ol ve sakın korkma, eğer senin hatansa ben düzeltirim.Eğer hata senin değilse, yine düzelteceğim. Bu arada sen Telipinu’yu bul. Senin rüzgârlarınçok uzaklara ve geniş alanlara yolculuk edebilir.
Böylece Taru, Telipinu‟yu aramaya başladı. Oğlunun kentine gitti ve evinin kapısınıçaldı. Fakat kimse yanıt vermedi ve kapı açılmadı. Sonra sinirlendi ve Telipinu‟nun evine zorlagirdi. Fakat oğlunu yine de bulamadı. Aramaktan vazgeçti ve Nintu‟ya geri döndü. “Onu evdebulamadım” dedi. “Başka nerelere bakabilirim?”
Nintu yanıtladı: “Sakinleş. Ben onu sana getireceğim. Bana arıyı getir, onueğiteceğim ve Telipinu’yu arayacak.” Taru, Nintu‟nun isteğini yaptı ve biraz sonra arıylabirlikte geri geldi.
Nintu ona şöyle dedi: “Küçük arı, git ve Telipinu’yu ara. Onu bulduğunda ellerini veayaklarını sok. Ayaklarının üzerinde sıçrayana dek sok onu! Sonra balmumundan biraz alve gözleriyle ayaklarını sar. Onu arındır ve huzuruma getir.”
Taru, Nintu‟yu küçük arıyla görünce, “Büyük tanrılar, küçük tanrılar Telipinu’yuaradılar ve bulamadılar. Nasıl küçük bir arının bu işi bizden daha iyi yapabileceğinidüşünüyorsun” dedi. “Kanatları çok küçük ve zayıf, kendisi de son derece küçük ve zayıf biryaratık. Tanrıların başaramadığı bir işi nasıl becerecek?”
Nintu, yanıt verdi: “Taru, kuşkularına karşın arı Telipinu’yu bulacak. Sadecesabırla bekle ve gör!”
Arı kentten ayrıldı ve her yerde Telipinu‟yu aradı. Akıntılı nehirleri ve uğultulukaynakları araştırdı. Sıra sıra tepeleri, engebeli dağları, kurak düzlükleri ve yapraklarıolmayan ağaçlıkları dolaştı. Çok uzun süren yolculuk, gerçekten büyük bir gayretti ve arıuçarken gövdesindeki bal ve balmumunu tüketmeye başladı.SonundaTelipinu‟yu ağaçların arasında bir çayırda uzanmış uyur bir halde buldu.Ellerini ve ayaklarını soktu ve sonunda Telipinu‟yu derin uykusundan uyandırdı. Telipinuayağa kalkar kalkmaz, gözlerine ve ayaklarına bir parça balmumu sürdü. Onu arındırdıktan
sonra çayırda uyuyarak ne yaptığını sordu.
Telipinu kızgın bir şekilde yanıt verdi: “Sadece çok öfkelendim ve yürüyüpuzaklaştım. Beni uykumdan uyandırmaya nasıl cesaret edersin! Bu kadar kızgınken beninasıl seninle konuşmaya zorlarsın!”
Telipinu daha da öfkelenmişti. Azametle ayağa kalktı. Daha fazla zarara neden olmakiçin pınarlarda hala fışkıran ne varsa önüne set çekti. Akan nehirleri kıyılarından taşırdı veher yeri harap eden seller yarattı. Su şimdi evleri basıyor, kentleri yok ediyordu. Bu şekildeTelipinu koyunların, sığırların ve insanların ölümüne neden oldu.
Tanrılar dehşete düştüler ve “Telipinu neden bu kadar kızdı? Ne yapacağız? Neyapacağız?” diye sordular.
(…)”15
“Kayıp Tanrı TelipinuMitosu”ndan da anlaşılacağı üzere, arı Telipinu’yu uyurken
bulmuş ve onu sokarak uyandırmıştır. Bu hareket sonucu, Telipinu‟nun öfkesi daha da
artmıştır. Ancak arı, sokarak canını acıttığı Telipinu‟ya iyileştirici ve rahatlatıcı özelliği olan balını sürerek sakinleştirmiş, onun HattiÜlkesi‟ne§§ (Anadolu) dönmesini sağlamış ve
böylece ülkeye tekrar bolluk ve bereket gelmiştir.
Ve son sözümüzü Roma İmparatorluk Döneminde karşısındakilere şans dilerken kullanılan bir deyim le noktalayalım: “Üzerine bal damlasın”.
Yorum
yine çok güzel bir konuda …
yine çok güzel bir konuda yazı kaleme almıssınız teşekkürler..
Yeni yorum ekle