
Ben ve İkinci Ben
Prof. Hasan Pekmezci.
İnsanoğlu her kelimesinde “Ben” der çoğu zaman. Yükleminde iyelik eki olsa da “Ben yaptım, ben ettim” pekiştirmesiyle söylemekten kendini alamaz, güdüselmiş gibi bir tavırdır bu. O “ben”in arkasında bir sürü başka “ben”ler olsa bile. “Biz” diyen sanki tek başına bir şeyler beceremezmiş de, birilerinin desteğiyle ayakta duruyormuş da, onun ezik/büzüklüğü içinde “biz” demek zorundaymış gibi bir yaklaşım vardır daima. Oysa ki insanoğlu yaşamda tek başına değildir, tek başına da var olamaz; biyolojik, ruhsal, sosyal oluşumunda, eğitiminde pek çok etkenin, katkının, desteğin, iklimin, atmosferin bileşkesi durumundadır. Öğrendiği her sözcükte, edindiği her davranışta, kazandığı her değerde başkalarının da izi-katkısı olduğunun bilinci kendi dışının önemini kabullenmeyi gerektirir. Bu bilinç ben yerine biz kavramın güçlendirir. Kendi dışına saygı ile birlikte gücü-kapasitesi ile paylaşım sorumluluğunu da. Toplumsal sorumluluk duygusu dediğimiz bu değil mi zaten. Bireysel sorumluluk kadar toplumsal sorumluluk bilincinin gelişmesi, geliştirilmesi günümüz insanının ve toplumlarının temel kaygısıdır bu nedenle. ''Biz'' demenin başkaları ile paylaşımın, çoğulculuğun, doymuşluğun gereği olduğunu anlatmak da, anlayana rastlamak da zordur günümüzde. Oysa ki birlikte yaşamanın temel koşuludur maddi ve manevi paylaşım. Aile içi bilinçle başlayan, tüm toplumu saran bir yüce duygu. Olumlusu ile tam bir hümanist öğreti; olumsuzuyla bencil-egoist. Bizde yaygındır ''Ben, ben, ben, yine ben, hep ben'' tavrı.
Kişisel tavır olarak hayatta en uzak durduğum insanlardır benciller. Hatta biyolojik yaşta ve evlilik yaşında belli yılları yaşamış biri olarak, genç insanlara''evleneceğiniz kişide arayacağınız ilk nitelik bencil olup olmadığıdır. Bencilse dakika sekmeden uzaklaşınız, hatta kaçınız yanından'' derim. ''Paylaşımcılıkta kendinden önce karşısındakileri-sizi düşünen insan olmalı eşiniz'' derim. Beğenirsiniz-beğenmezsiniz bu yargımı ama bunu bana söyleten pek çok örneği de yazabilirim buraya.
Toplumumuzdaki evlilik sancılarının çoğu değil pek çoğu bu hastalıktan kaynaklı.
Bu bencillik ülkemizde devlet erkini eline geçirenlerde çok görülür. Bunlar da kademe kademe toplumun her kesimine yayılır. Örneğin, 35 kişilik bir ekibin başına getirilen kişi bile her ağzını açtığında bir başkasının ekip adına yaptığını da kendi yapmış gibi “Ben şunu, şunu yaptım” demekten çekinmez, dünyanın merkezidir beynindeki bencillik hücreleri. ''Yahu sen ne yapıyorsun; bu işleri şu, şu yaptı, desen dilin mi kopar'' diyecek denetleyici ikinci beni yoktur içinde ya da devre dışıdır. Aslında insanlığı devre dışıdır, farkında değildir. Bu geniş bir psiko/sosyal analiz konusu; tatmin ve tatminsizliğin çeşitli boyutlarını içeren. Megolomani ile ikiz kardeş. Bu nedenle bir göreve gelen, o görevin ezeli ve ebedi sahibi olarak görür kendisini. Oradan günü gelir gelmez, gönül rahatlığı içinde ayrılabileceğini, ayrılmasının doğal bir seyir olduğunu, bunun için de yerine yepyeni beyinler, taze güçler yetiştirmek gerektiğini bir türlü kabullenemez. Hatta yerine, çağdaş verilerle donatılmış, çok daha başarılı olabilecek insanlar yetiştirmenin bir görev olduğu bilinci de gelişmemiştir.
Bir toplumda en küçük birimden en büyük birime kadar yetki sahibi insanların bu görevlerinin ebedi olmadığını; insancıl tavırlarının, insan değerlerinin sevgilerinin saygılarının her personele akacak bir bulaşıcılığı olduğunu özümlemesi gerekir.Her katı tavrın otoriter lider pozunun eninde sonunda söneceğini her insan gibi zamanın çarkı içinde yok olup gideceğini beynine, duygu dünyasına nakşetmesi gerekir.
Devlet erkinin ya da bu erke sahip olmak isteyenlerin her şeyden önce insani değer ölçütleriyle tartılması gerekir. Bir liderin gülümsemesindeki samimiyet bile pek çok insanın yüreğini ısıtır. Her cart-curt tavrının da aşağılara kadar akan bir olumsuzluklar tavrının ana nedenidir.
Ben her erk sahibinin önce yapaylıklardan uzak, içten, haddini bilen insanlardan seçilmesinin başta bireysel ve toplumsal ruh sağlığı olmak üzere pek çok alanın başarısını katlayacağına inanırım. Bizde ya da benzeri toplumlarda bir durum var, pek çok sorunun kaynağı saydığım: Yirmi, otuz, elli, seksen, yüz yıllık siyasal kuruluşların genel başkanları “bu parti benim hayatım, her şeyim” demekten çekinmediğinden. Siyaset dünyamızın içtenlik, sevgi dolu insan ilişkileri, dostluk, kardeşlik, paydaşlıkla başarı yüzü göremediği bundandır. Bu tavır yüzünden siyasi etik değerler her gün daha geriye sürüklenir, durur. Her şeyin kendi emrine, iki dudağı arasından çıkacak sözlere bağlı kul, köle isteyen o kadar çok klonlanmış insan modeli var ki bu alemde. Ya da bu kul ve köleliğe aday, gönüllü, fedai, tetikçi, emir kulu o kadar çok insancık. Aklına, beynine, duygularına, inançlarına ipotek koydurmak isteyen ve ipoteksiz olamayan nice esir kafa-esir beyin. “Özgürüm, kimsenin kulu, kölesi değilim, olamam. Aklım, ruhum inançlarım, düşüncelerim, sevgim, nefretim, günüm, geleceğim benim kendi ellerimdedir. Bunun için ben insanım. En gelişmiş yaratığım bu yüzden”, diyebilmek için yalnız, yapayalnız olmamalıdır insan. Yanında, yanı başında, onu saniyesinde yalnız bırakmayan, denetleyen, uyaran, doğruları fısıldayan iç dünyası, ikinci kendisi, ''ikinci benliği'' ile...
İşte bu yüzden bir başka “ben” bizim konumuz. Var olan benin arkasındaki “ben”. Megolomani anlamında değil. İnsanın kendini test etmesinde, denetlemesinde, var/yok, iyi/kötü, yapmak/yapmamak, güzel/çirkin, onurlu/onursuz, başarı/başarısızlık ikilemlerinde doğru yol bağlamında iç tartışmaların yaşanmasını sağlayan; körü körüne saplantıları belki de yumuşatan bir iç muhasebesi/iç hesaplaşma. Bu edinimler belki de yukarıda saydığımız “ben” anlayışını daha insanî boyutlara taşıyabilecek kazanımlar olarak görülebilmeli. İşte bu “ben” in arkasındaki “ikinci ben”. Böyle şey olur mu, nereden çıkarıyorsunuz, bu “ikinci ben”i? diyenler olacaktır; varsın olsun. Aslında herkes kendini bir sorgulasa, ıcığını, cıcığını çıkarırcasına bir öz eleştiriye tabi tutsa. İnsan, kendi içindeki şeytanın avukatlığını bir dinlese. Kim bilir hangi yanılgılar, hangi olumsuzluklar yaşanmadan engellenirdi?
Hiçbir insan salt kendisi değildir. Tüm yok saymalara inat DNA'sı-geni bile bir başkasına bağlıdır. Her insan bileşkelerle harmanlanmıştır. Her saniye, her dakika, her saat, her gün farkına vardığımız ya da varmadığımız biyolojik, sosyolojik, psikolojik etkilerin bombardımanı altındadır. En azından ''üşüdüm der, yandım der, yoruldum der. Bıktım bu çıkar çekişmelerinden, vandallıktan, uyurgezer insan yığınından. Akı kara, karayı ak yutturmacalarından'', der. Bunu diyebilmek için işte bu iç sorgulamalarını, acımasız yargılamaları yapacak ikinci ben'e ihtiyaç var.
Her zaman söyleriz, bir insanın en büyük insanî değeri iç denetimi, vicdan denen kazanımıdır. Bunun hakemi, yargıcısı da ikinci benliğidir.
Yeni yorum ekle