Ah Aşk

Edebiyat

Ah Aşk

Derenin üzerine doğru uzanmış çay bahçesinin ahşap çitinden sarkıp, dallarını ta suya değin indirmiş salkım söğütlerin gölgesinde oturuyor adam. Biraz aşağıda, küçük küçük sekiler oluşturmuş kayaların arasından, köpüklenerek,  hoplayıp zıplayarak inen suda, güneş ışığı ile oynaşan çakılları izliyor dalgın dalgın. Su düzlüğe yayıldığında oluşan sığlıkta serçeler neşeyle yıkanıyor. Bu bulaşıcı neşe bile bungunluğunu azaltmaya yetmiyor sanki. Kendisiyle hesaplaştığı zor bir gün geçiriyor. Sorguya çekilmeyioldum olası sevmez. Sorgulayan kendisi bile olsa.

“İçinden geldiği gibi yaşamanın nesi kötü ki?”Dese de, öksüz bir çocuk kadar yalnız.

Buraya gelmek aklına nerden esti bilemiyor. İçinde uç veren boşluk duygusuna da yabancı. Sevgilisiyle sık sık buluştukları bu çay bahçesi şehir merkezinden oldukça uzaktır.Bir zamanlar,hele böyle sıcak yaz ayları, gelmeye can atarlardı; gözlerden uzak, sessiz, tenha diye.Şimdi altında oturduğu salkımsöğütlerin nemli serinliğinde, ya sevişme yorgunluğunu atıyor, ya da giderek yükselen bir heyecanla kendilerini bekleyen geceye hazırlanıyor olurlardı.

“O heyecançoktan küllenmeye yüz tuttu (mu?)”

Ayrılma kararı aldığından beri, bunu Ayça’ya nasıl açıklayacağını kurup duruyor. Asıl iş bir giriş tümcesi bulmakta. Bunun, böylesine büyük bir sorun olacağını hiç düşünmemişti doğrusu. Araya durmadan anılar giriyor. Ölmemiş gibi kıpırdanıp duruyorlar içinde. Onları bir kenara itmek, kararına geri dönmek zamanını alıyor, yavaşlatıyor düşüncelerini.Bu engeli aşamadığı için, epeydir eli de telefona gitmiyor. Aslında tek engel anılar değil, giriş tümcesi de değil. “İçinden geldiği gibi yaşamanın nesi kötü ki?” tümcesinin içerdiği yoğun bencillikle, erkek olmanın kendisine verdiği ayrıcalıkları yitirme, yakayı kaptırma korkusu. Tersini düşünmek istesede, ilişkiyi berbat edenin kendisi olduğu gerçeğinin üstünü örtemiyor bir türlü. Bu kafasına dank ettiğinden beri huzursuz. Günler sonra ayaklarının onu buraya getirmesi belki de rastlantı değildir. Sezgisel olarak, anıların ışığında bir başlangıç tümcesi yakalamayı umuyor olabilir. Egosunu zedelemeyecek bir tümce.

Böyle bir kararkarşıdakini kırmadan nasıl anlatılır? Yatakta, çıplak gövdesini tutkuylasarıp öpücüklere boğarken dünyanın en mutlu adamı olduğunu kulağına fısıldayıp durduğu kadına, her şeyin bittiğini, o harlı ateşin söndüğünü nasıl söyleyecek?Önceleri uzamasını istediği anların bir süre sonra nasıl da sıkıcı gelmeye başladığını, ket vurulamaz cinsel isteğinusul usulyok olduğunu, onu çekici kılan her şeyin bir süre sonra nasıl da yavanlaşıp gözüne battığını…

“Vay vay, karşısındakini kırmamaya çalışana da bak sen”

Kadını bir süredir sığ buluyor. Onun yarattığı rekabet ortamı işte, karizmasınıçizmeye yönelik bir tehdit gibi geliyor epeydir. Bir boy ölçüşme, bir üstün gelme savaşı sanki. Bu duygu ne zaman başladı, içine ne zaman yerleşti tam bilemiyor.Belki de,sevişme anlarının giderek kısalmasıyla, boşalan yerleri gevezeliklerin doldurması bozdu büyüyü. Heyecan yerini boş konuşmalarabıraktı.

Mutlu bir sonun ardından; “yatakta sigara içme” diyor örneğin. Pencere önüne geçtiğinde; “çırılçıplak pencere önünde durma, hem külleri de yere dökme”  bu kez sesi bir süpürgeli cadı tınısıyla vuruyor çıplak tenine.“Banyoya önce sen gir” ardından, “banyo terlikleriyle dışarı çıkma, bornozunu oraya atma, çoraplarını yerden kaldır” buyrukları geliyor. Önceleri olmayan şeyler bunlar.Belki vardı da ayrımına varması zaman aldı, bilmiyor. Evli bir çifte dönüşme eğilimleriyle aşkı öldürüyor budala, bunu anlayamıyor.  Az önce içinden çıktıkları yatakta çığlık çığlığa yaşadıkları büyü birden çözülüp yerini günlük, yavan gerçeklere bırakıveriyor.Kahrolası alışkanlıklara.Nefret ettiği titizlik nöbetlerine.

Gözleri suda bunları düşünüyor adam, içinde kabaran ağlama isteğine şaşarak. Şaşması, kendi verdiği kararın içini bunca burkmasına.

Özgürlüğünü kısıtlayacak böylesi duygusallıkların başını hemen ezmeli.

Kararı kesin. Söze başlama tümcesini bulur bulmaz hemen telefona sarılacak.

Garson gelip dikiliyor tepesine.

Bira söylüyor.

Bir an önce buluşmak için can atardı eskiden. Çoğu kez buraya ilk gelen kendisi olurdu.Gözünün aşktan kamaştığı günlerdi onlar. Kadının güzelliği öylesine parlaktı ki, gerçekleri göremiyordu. Dudakları, ta uzaktan “gel beni öp” derdi.

Silkiniyor. Bu ilişkiyi yarasız beresiz bitirebilirse, üzerinden büyük bir yük kalkacak.

Son birlikte olduklarında kavga etmişlerdi. Her şeyin tepe taklak olduğu gün o gündü işte. Omlet yapmak için mutfağa girdiğinde kadın, ipek sabahlığının kuşağını bağlayarak arkasından gelmiş, buyruklar peş peşe sıralanmıştı yine. “Ortalığı kirletme. Yumurta kabuklarını tezgâhta bırakma, kirli ellerini havluya silme…” Bu tavır, annesini getiriyordu usuna. Mezarından çıkmış sanki, karşısında duruyor. “Pasaklı oğlum benim, babası kılıklı” diyor, ortalığa saçtıklarını toplarken. Babasının pes etmişliğini kınayarak başlamıştı isyanı. Ona benzetilmekse cinayet planları kurdururdu.

“Cadılar, erkekleri köleleştirmeye çalışan cadılar”

Yok yok özgürlüğünden asla vazgeçemez.

Giyinip terk etmişti kadının evini, son görüşmeleriydi bu. Bekâr evine kapağı atmıştı, ohhh diyerek. Çoğu kez dağınıklıktan oturacak yer bulamasa da, rahattı evinde. İsterse, kirli sepetinde yıkanmayı bekleyen bir tişörtü alıp giyebilirdi. Bira şişelerini salonda, sehpanın altında bırakabilirdi, çoraplarını istediği yerde çıkabilirdi…Evet, dağınık ve pisti ama karışanı yoktu en azından. Kadınlardaki bu temizlik takıntısını anlamıyor bir türlü. Ona sorarsanız, bir çeşit ağır hastalık bu. Evine kadın sokmaması bundan. Hastalarla uğraşamaz.

Birası geliyor. Gözünü, neşeli suda parlayıp duran çakıllardan alıp biranın usul usul kımıldanan köpüğüne dikiyor bu kez.

Sonunda ölüm yok ya,  “bitti güzelim, buraya kadarmış” deyiveririm olur biter.

Birasından koca bir yudum içiyor. Buz gibi, serinletici bira, tasalarını alıp götürüyor sanki.  “İnceldiği yerden kopsun” havalarında şimdi, böyle hissedince rahatlıyor. Kadın telefonu açtığında, doğaçlama bir giriş tümcesi gelir aklına nasıl olsa.İlişki bitecekse, sözcüklerin ne önemi var?

“Ama önce hatırını sormak gerekmez mi sence?” Gülümsüyor.

Çevresine daha hoşgörüyle bakıyor şimdi. Usul usul yudumluyor birasını. Henüz cesaret edemiyor telefonu açmaya. Biraz daha beklemesi gerek, ardından düşman kovalamıyor ya.  Yeni bir yudum için başını kaldırdığında, genç bir adam görüyor karşıda.

Çay bahçesine çıkan basamakların en üstünde duruyor. Orada oyalanmasına anlam veremiyor önce, ama sonra anlıyor ki, adam birini bekliyor.Uzun boylu, yakışıklı. Dahası çok şık, tiril tiril tertemiz. Baharlık süveterini sırtına almış, kollarını mavi, kısa kollu gömleğin üzerinden boynuna bağlamış. Sinek kaydı traşlı.

Genç adamı yandan görüyor şimdi. Karnı dümdüz, gövdesi incecik, omuzları geniş. Bira göbeğini  içine çekmeye çalışırken yakalıyor kendini. Kazağın üzerinden tümseği hoşgörüyle sıvazlıyor; “Saldık kendimizi iyice, otur otur bilgisayarın başında” Kaç gündür traş olmadığını düşünüyor bir yandan da. Şakakları ağarmış saçlarına karışan sakallarıyla iyice yaşlı görünüyordur.

“boş ver “ diyor sonra, “kadınlar olgun erkekleri beğenir”

Genç adamın merdiven başında kimi beklediğini merak ediyor. Hiç tanımadığı adama bu yoğun ilgiyi neden duyduğunu sorgulamadan bakıyor yalnızca.

“Bunun hayatta bildiği tek şey para kazanmaktır eminim,  züppe işte her halinden belli”

Genç adam elini, taş basamakları tırmanmakta olan genç, güzel bir kadına uzatıyor. Kadın, uzatılan eli tutuyor, araba anahtarını omzunda asılı çantasına atıp adamın koluna giriyor. Birlikte yürüyüp bir masaya yaklaşıyorlar.

Kara büyüye uğramışçasına kanı çekiliyor adamın. Gördükleri gerçek mi diye gözlerini ovuyor. Midesi şiddetli bir burkulmayla yerinden sökülüyor; “Ayça”

Ayça aylar önce;“senin için aldım, beğendin mi?” dediğiçiçeklielbiseyi giymiş. Güzel hatlarını, incecik belini, dolgun göğüslerini vurgularcasına sarmış bedenini giysi. Saçları omuzlarına dökülmüş, güneşte parlıyor. Sandaletleri, binlerce kez öptüğü güzel ayaklarını açıkta bırakmış. Yeni açmış bir çiçek kadar taze. Kokusunu burnunda duyuyor adam, sersemliyor;

“Tanrım bu nasıl bir güzellik?”

Onlarca anı, tıkıştırılıp hapsedildikleri unutma hücrelerinden kurtularak beynine doluşuyor, iİiklerine değin sarsıyor adamı. Kısacık bir an; “Bir de utanmadan buluşmayerimize getirmiş herifi” gibi, hiç bir derde em olmayan, suçlayıcı bir tümce geçse de aklından, asıl söylemek istediğinin bu olmadığını anlaması uzun sürmüyor. Toparlanmaya çalışıyor.

Bir kadının bir erkeği tam olarak anlayamayacağı savı, çatırtılarla çöküyor birden. Çünkü bir erkek de bir kadını tam olarak çözemiyor. Sezgiler konusunda kadınlar daha güçlü. Karşıdakini eşit görme eğilimindeler ve bu da olaylara bakışlarını daha sağlıklı kılıyor.

“Senin gibi tepeden bakmıyor. Yazarsın ya”

“Terkedildiğini anlaması uzun sürmemiş”

“Gelip sana yalvarmasını mı bekledin salak”

“Aslında hiç de öyle sığ filan değildir”

“Gururludur ayrıca”

“Yazdıkların hakkında yaptığı  yorumlar, ufuk açıcı öneriler, üstelik bunu yaparken, fikir seninmiş izlenimi yaratmalar...Aptal işi mi bunlar ha?”

“Sen daha bir giriş tümcesi bulamazken”

Dişisini kıskanan erkek aslanın acı gücü kükremeye başlıyor içinde. Yakışıklıyı ayağının altına alıp tepelemek istiyor. Ayça’nın gözlerini bir an bile ondan ayırmadığı için kendisini fark etmemesi de tepesini attırıyor iyice.

“Para budalası züppe, o kızı sana yedirirler mi?”

“Hem öyle kolay mı bakalım sevgilimi elimden almak?

Birasını bir dikişte bitiriyor. Kazağının kollarını sıvıyor, yumruklarını hazırlıyor, yavaş adımlarla yürüyüpgülüşerek bir şeyler konuşan genç çiftin oturdukları masanın önüne dikiliyor.

Kendisini Superman kadar güçlü hissettiği kesin.

 

                                                          

 

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.