
Görünende Görünmeyende…
Semiha Baysal
Uzun süredir böyle dinç uyandığımı hatırlamıyorum. Sabah saat beş. Ortalık yeni aydınlandı. Yatağımdan, tam karşımda,bulutların altından bana huzur veren Ağrı Dağı’nı izliyorum. Kendinden emin bakıyor bana ve güç veriyor.Zaman durmuş ve ben sonsuzluk durağında inmiş gibiyim. Uçsuz bucaksız yemyeşil topraklar zincirleri kıran bir özgürlük saldı ruhuma. Aynadaki yüzüm de yanaklarımdan fışkıran mutluluk içinde gülümsüyor yeni güne.
Toprağın bereketini yansıtan muhteşem bir kahvaltı beni bekliyor. Ağrı Dağı’nın ihtişamını yamacına almış bu otel, her köşesinde bin bir çeşit kuş cıvıltılarını barındırıyor. Her sabah yaptığım yürüyüşlerde, nefes almanın ne demek olduğunu anlıyorum sanki yeni doğmuş gibiyim. Tıpkı ilk kez nefes alırcasına. Otelin sahibi nam-ı diğer Paraşüt Ahmet(Doğubayazıt Arama Kurtarma Derneği kurucusu) misafirlerinin rahat etmesi için elinden geleni yapıyor. Halen bölgenin turizmini geliştirmek için çabalıyor. Ondan aldığım bilgilerle İshak Paşa Sarayı’nı gezmek bir ayrıcalık oldu.
Bir tepenin üstünde İshak Paşa Sarayı. Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinin yaklaşık 7 km güneydoğusunda yer alan bir dağın yamacında kurulmuştur.Tüm ihtişamıyla yüzyıllara meydan okuyor. Sarayın yapımını ilk başlatan Çolak Abdi Paşa’nın ömrü yetmediği için oğulları sarayı inşa etmeye devam ediyor. 8. oğlunun son dönemlerinde saray tamamlanıyor fakat saltanat yönetimi nedeni ile saray en küçük oğul İshak Paşa’ya kalıyor. Adını da bu paşadan alan saray, dünyada kalorifer sistemi bulunan ve uygulanan ilk yer olması nedeni ile önem arz ediyor.
İshak Paşa Sarayı’nın üç tarafı dik yamaçlarla çevrili. Sadece bir tarafı düzlük. Sarayın girişi de ancak buradan yapılabiliyor. Girişteki kapı altın kaplamaymış. 1877-1878 yıllarında Osmanlı-Rus Harbi’nde Ruslar burayı işgal ettikten sonra Berlin Antlaşması ile geri çekilince değerli eşyalarla birlikte kapı da sökülerek Moskova’ya götürülmüş ve halen müzelerinde sergilenmekteymiş. Özünden koparılmış bu kapının hüznü mü yansıyor saraya diye düşünmemek elde değil.Rüzgâr kapının hasretini getiriyor ta uzaklardan.
Saray Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlığının mimari üslubunu bünyesinde toplayan bir özellik taşır. Yaklaşık olarak 115x50 m. ölçülerinde bir alana kurulmuştur. Kesme taştan yapılan sarayın doğu cephesindeki portalı kabartma ve süslemeleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtıyor.
Sarayın duvarları, Türk Hat Sanatı’nın sülüs yazı örneklerinden ayet ve beyitlerle süslenmiş. İslamî bir süsleme özelliği göstermekle birlikte barok bir dekorla iri bitki motifleri ve hayvan figürleri günümüze kadar dayanabilirken, süsleme, döşeme, dolap, şerbetlik ve tabanlarından ahşap olan hiçbir parçanın kalmadığı görülmektedir. Sarayın duvarları ve tabanı taştandır. Taş duvarlardaki boşluklar ise bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip bulunduğunu göstermektedir. İshak Paşa Sarayı, taş oymacılığı ve bezemelerinin İran’dan Anadolu Selçuklu Devleti’ne, Gürcistan’dan Kafkasya’ya kadar çeşitli kültürlerin izlerini taşıması nedeniyle Dünya Miras Listesi’ne önerilmiş ve 2020 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne eklenmiştir.
Sarayın (selamlık) kuzey cephesinde dışa sarkan dört ahşap konsolda, üstte kanatlı ejder, onun altında aslan, en altta ise insan figürleri yer almaktadır.
Saraya gelmeden önce hemen karşısında yer alan Şeyh Ahmed-i Hani türbesini ziyaret etmiştim. Orada dinlediğim neyin sesi hala kulaklarımda olduğu halde sarayın birbirine geçen bölümlerinde bir an kaybolduğumu hissettim. Adımların hızlandı. Bacaklarıma söz geçiremiyordum.Derinlerden duyduğum ney sedasının kaynağını bulma duygusu sel gibi taşıyordu içimden. Telaşlı halimi görenler arkamdan “nereye” diye seslenirken benkoşarak uzaklaşmıştım bile… Bana ne olmuştu? Kulağıma gelen bu ney sesi beni niçin çağırıyordu? Göremiyordum. Simsiyah bir boşluktaydım. Karanlığın içinde şu dizeler düştü damla damla.
“Sevgileri çoktu riyasız
Aşkları kalben ve candandı dermansız
Öyle ki mum gibi her yeri ve etrafı aydınlatırdı
Her zaman kalben ve görüşerek bir aradaydılar…”
Mem ü Zin’den
Damlalar alev oldu, aydınlandı birden her yer.“Mem û Zîn”; Cizre beyi Zeynuddin'in kız kardeşi Zin ile Divan kâtibinin oğlu olan Memo arasında yaşanan ve ilahi sırra erişen gerçek aşk. Hikâyeyi biliyordum. Karanlık yarı aydınlanmıştı. Loş bir ışık kaplamıştı her yeri.Yukarıda mazgal bir pencereden sızan ışıklardı etrafı saran. Kafamı kaldırıp çevreme şöyle bir baktım, bir zindaydım. Buz gibi duvarların soğukluğu bedenimi sarsıyordu. Beni bu zindana çeken Mem ile Zin’in aşkıydı demek. Maddi aşkın manevi aşka dönüştüğü saf sevginin sıcaklığıydı. Destanın şairi Şeyh Ahmed Hani, sarayın kâtipliğini yapmış.Bu sarayda yazmış kavuşamayan âşıkların acısını. Kulaklarımda ney sesi, dudaklarımda dizeler…
Aynaya baktı Memu ve dedi:
Buldum gördüm seni Zin,
Meğer buradaymışsın,
Yanımda, Karşımda.
Meğer görünüşümde,
Görünmeyende, görünende.
Hepsinde ve hiçbirinde.
Mem, Bey’in kızı Zin'e aşkını itiraf edince Bey onu zindana atar. Mem, orada Zîn'in hasretinden ölür. Her gün Mem’in mezarına gelip ağlayan Zin de bir gün mezarın başında dua ederken ölür ve ancak böyle kavuşurlar.
Zarafet ve sevgi simgesi olan Zin’in, Mem’e sadakati ve fedakârlığı, bir neyin acıklı tınısında, zindanın duvarlarından sarayın her noktasına yansıyordu. Günümüzde çıkarların ön planda olduğu arkadaşlıklar, aşklar yaşanırken manevi aşkın sıcaklığını duyumsamak burayı ziyaret eden herkese iyi gelecekti.
Görünende görünmeyende aşk senin nefesinde…
Yorum
Semiha Baysal
Hocam yüreğinize sağlık meğinize kaleminize sağık, muhteşem bir yazı, ben de çok istiyorum İshak paşa Sarayını görmeyi, restorasyonunun 1985 li yıllarda rahmetli kayınbiraderim yapmıştı, çok defalar gidip gelmişti.. 😢
Semiha Baysal
Hocam yüreğinize sağlık meğinize kaleminize sağık, muhteşem bir yazı, ben de çok istiyorum İshak paşa Sarayını görmeyi, restorasyonunun 1985 li yıllarda rahmetli kayınbiraderim yapmıştı, çok defalar gidip gelmişti.. 😢
Semiha Hanımın kaleminden…
Semiha Hanımın kaleminden yine sıcak, okunuşu keyifli bir yazı. Çok beğendim♡
Yeni yorum ekle