Bilinmeyeni Bilmek

Felsefe

Bilinmeyeni Bilmek

Levent Edige Özdemir

I

Kişioğlu bilmediği hakkında konuşabilir mi? Bunun yanıtlanmasına çabalamadan önce sorudaki iki ifadenin içeriği anlaşılır, sınırları belirli kılınmalıdır. Bu iki ifade bilinmeyen ile konuşmaktır. Sorudaki bilinmeyen ile bir bilim ya da meselenin önermelerinin, postulatlarının bilgisine sahip olmamak kast edilmektedir. Bilmek ise ön bilgiyle gerçekleşmekte, bilgi bilgiyle öğrenilmektedir. Kıyas yoluyla bilgi edinen insan türü hiçbir bilgisi olmadıkça yeni şeyleri de bilemeyecektir.

Soruda geçen konuşmak ise düşünmek anlamındadır. Konuşmanın düşünme anlamına da geldiğinin birkaç örneğini hatırlatmak yararlı olacaktır. Yunanca’da Logos, Arapça’da ve oradan da Türkçe’de mantık olarak ifade edilmektedir ki bu sözcük hem konuşma (söz) hem de akıl anlamına gelmektedir. İnsanın nâtık (konuşan/düşünen) hayvan olarak tanımlanmasından da anımsanacaktır. Buna göre soruya, konuşmak fiilinden ilkin düşünmek, ikinci olarak da yargıda bulunmak yönleriyle yanıt araştırılacaktır.

Kişinin bilmediği hakkında düşünme imkanı var mı? Düşünmek bilgi gerektirdiği için hiçbir önermenin üretilemeyeceği bir zihin düşünme eylemini gerçekleştiremeyecektir. Önerme kurmak da bilgilerledir. Düşünmek düşünülen bir nesne ve düşünen zihinledir. Zihnin nesneye yönelmesi ve nesne hakkında veri edinmesi gerekmektedir. Sayılan bu koşullar gerçekleştirilirse elde edilen bilgilerle bilinmeyene doğru bir yol kurulabilecektir.

Kişi bilmediği hakkında yargı verebilir mi? Yargıya ulaşmak doğru düşünme sürecinin çoğu kere kaçınılmaz sonucudur. Zira düşünmenin aleti akıl etkin oldukça/verileri alarak soyutlayıp işlemekte, önermeler kurmaktadır. Bu önermeler de bilinmeyene götürmektedir. Ulaşılan yargı ise akıl yürütmenin gerçekleşmesinden önce kişi için bir bilinmeyendi. Buna göre kişi önce bilmediği şeyi bilmiş ardından yargıda bulunmuştur. Öyleyse bir kimsenin bir nesneyi bilmedikçe hakkında yargıda bulunamayacağı ancak ona yönelmesiyle bilmeye başlayacağı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bir kimsenin o an bir nesneyi bilmemesi onun hakkında yargıda bulunamayacağı anlamına gelmemektedir.

II

Bilinenler aracılığıyla bilinmeyeni bilmek; yargıya ulaşmak; önermeler doğrultusunda çıkarımlarda bulunmak mantık bilmeyi gerektirmektedir. Doğru düşünme yetisinin/mantığın temel ilkelerinin kişioğlunun zihninde yaratılıştan itibaren var olduğunu sanıyorum. Bu sanının oluşmasının temelinde/bu çıkarımda öncesindeki ana önermelerden biri bilgi ediniminin bilgiyle/kıyasla öğreniliyor olmasıdır. i. Bilgi bilgiyle öğrenilmektedir. ii. Zihinde hiçbir bilginin olmadığı halde yeni bir bilginin öğrenilmesi olursuzdur. iii. İnsanlar bilgi edinebilmektedir. iv. Öyleyse insan zihni doğuştan bütünüyle boş değildir.

İnsan zihninin var oluşundan itibaren mantığın ana ilkeleri ve kategorilere sahip olduğu kabul edilir, insanlığın bilgi üretim süreç ve birikimi göz önüne alınırsa insan için bilginin sınırının olmadığı çıkarsanabilir. Kişinin bilgiye ulaşmasının, bilinmeyen hakkında konuşmasının yolu mantık ya da doğru düşünmeyi bilmekten geçmektedir. Fārābīİlimlerin Sayımı’nda mantık için şöyle yazmaktadır:

“İnsanda yaratılışından (fıtrî olarak) mevcut olan ruh kuvvetidir. Başka hayvanlarda bulunmayan ve insanlara mahsus olan ayırt etme (temyiz) kuvveti ile varlıkları birbirinden ayırt etmek bunun sayesindedir. İnsanlar makulatı, ilimleri ve sanatları bununla elde ederler; eşyanın dikkatle tetkiki bununla olur; güzel ve çirkin işler bununla birbirinden ayırt edilir. Bu, bütün insanlarda hatta bebeklerde bile bulunur.” (Farabi, 1986, 75)

Alıntıdan anlaşılmaktadır ki Fārābī’ye göre mantık yaratılıştan gelen bir güç olup kişioğlu bununla nesneleri inceler; akledilirleri, bilimleri ve sanatları kazanır. Fārābī’ninmantık ve dil bilgisi kuralları arasındaki karşılaştırmasında da görüldüğü gibi kişi dil bilgisi kurallarını bilmemesine rağmen dili mahir biçimde konuşabileceği gibi mantık kurallarını bilmemesine karşın aldanmayan, doğru düşünebilen bir kimseyi bulmak da mümkündür (Farabi, 1986, 71).

III

Ürünün üretiminde sağlanan katkı kadar üründe pay sahibi olunmaktadır. Bu katkının oranında ürün sahiplenilmektedir. Bilgi üretmek, medeniyete katkıda bulunmak hedefleniyorsa verili bilgileri ezberlemekten, düşünerek bilme ve bunun zorunlu sonucu olarak bilinmeyenleri bilme safhasına geçilmesi gerekmektedir. Kendisi üretim aşamalarında bulunmayan kişi bu durumundan dolayı nelik, nitelik ve niçinliğini kavrayamadığı bilgileri yalnızca ezberlemekte, ilerletememektedir. Etken olmaması nedeniyle Türkler gibi Doğulu milletlerin bugünkü medeniyet dairesine girmesi güçleşmektedir. Medeniyetin gelişimindeki neredeyse takip edilemeyecek hız kendisine koşulmayı zorlaştırmaktadır. Duygu ve ideolojilerin esaretindekiler için Batı medeniyeti adlandırması da kendiliğinden bir karşıtlık yaratmaktadır. Öte yandan bu adlandırmanın gerçekliğe muvafık olmadığı felsefe ve bilimin intikal, tevarüs ve tercüme serencamı incelendiğinde ortaya çıkmaktadır. Bütün insanlığın katkısıyla bugünkü güç ve görünümüne kavuşan medeniyetin karşısına bugüne yalnızca gölgesi kalan on asır önceki geçmişi giyimlendirip mücadeleye girişmek anlamsızdır. Doğu’ya ait olduğu savunulan bu geçmişin, antik Greklerden aldıklarından ötürü kendi gölgesini oluşturamadığı pek çok noktası da bulunmaktadır. Bu bakımdan medeniyeti insanlığın ürünü olarak görmek medenîleşmeye atılacak ilk adım olacaktır.

Medeniyete katkı sunabilmek insan olmak demektir. Zira insan medeniyet kuruculuğuyla diğer türlerden ayrışmaktadır. Bu kuruculuksa konuşan/düşünen olmaklığının ürünüdür. Öyleyse bilgiye merak duymayan, bilinmeyene yönelmeyen insan doğasını gerçekleştirmemekte; yakın cinsinden ayrıştığı yakın ayrımı özelliğini etkinleştirmemektedir. Dolayısıyla yakın cinsinden ayrışamamaktadır.

Bibliyografya

Farabi. (1986), İlimlerin Sayımı. Çev. Ahmet Ateş, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.