
Sait Faik Abasıyanık
Okumasam Delirecektim
Semiha Baysal
Sait Faik… İncir çekirdeğini bile doldurmayacak nenlerin yazarı. Aslında bu tarzıyla klasik öykü anlayışını yıkarak edebiyatımıza yeni bir anlayış getirmiştir. Doğayı, insanları olduğu gibi basit bir ifadeyle ama ustaca bir üslupla ve şiirsel bir dille anlatmıştır. Modern hikâyenin kurucusu olmuştur. Türk Edebiyatı’na damga vurmuş, kendisinden sonra gelen yazarlar için her zaman ilham kaynağı olmuştur.
Cumhuriyet dönemi edebiyatımızın Anadolu gerçekçiliğine yöneldiği bir dönemde büyük kentte -İstanbul’da- yaşayan küçük insanların dünyasını son derece basit ama bir o kadar da özgün bir dille anlatmıştır. Öykülerinin ana temaları deniz, balıkçılar, balıklar, ada ve Boğaziçi vapurları, Beyoğlu sokakları, düşkün kadınları ve ayyaşlarıyla İstanbul kentidir.
1906’da Adapazarı’nda dünyaya gelen yazar çocukluğunu ve gençliğini burada geçirir. Okulda içine kapanık, teneffüslerde bahçede yalnız başına gezinen sessiz bir öğrencidir. Hatta lisede Arapça hocasının minderine konulan bir iğneden sorumlu tutulmuş ceza almış ve eğitimine Bursa Erkek Lisesi’nde devam etmiştir. İlk öyküleri olan‘ İpekli Mendil’ ve ‘Zemberek’ i o dönemde yazmıştır. İstanbul Üniversitesi’nin birinci sınıfına (Türk Dili ve Edebiyatı) yazılsa da babası tarafından iktisat okumak üzere Fransa’ya gönderilir. Derslere pek girmez. Kentin altını üstüne getirir. Mezun olamaz. Farklı bir dünyayla tanışır. Andre Gide başta olmak üzere dönemin Fransız yazarlarını keşfeder. Üç yıl sonra Türkiye’ye döndüğünde Burgaz adasına yerleşir ve kendini tümüyle yazmaya adar.11 Mayıs 1954’te Burgaz ada’daki evinde sirozdan ölene dek yazmaya devam eder. 1963 yılında annesinin ölümünden sonra Burgaz ada’daki evi ‘Sait Faik Müzesi’ haline getirildi. Vasiyeti gereği eserleri Darüşşafaka Derneği’ne bırakıldı.
Sait Faik’le nerede konuşsam
Yarısını bulurdum karşımda’
Yarısı kendine kaçmıştı. F.H.Dağlarca (Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik, Doğan Kitap,2019)
Yalnızlığın yazarıdır o.Nedim Gürsel, Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik adlı kitabında ‘Yazar arzularını özgürce yaşayamayan her sanatçı gibi bunalıyor, yaratıcılığını geleneksel ahlak kurallarıyla engelleyen toplumdan kaçabilmek için alkole ya da adasına sığınıyordu’ sözleriyle anlatmıştır onun yalnızlığını.(Yalnızlığın Yarattığı Yazar Sait Faik, Doğan Kitap,2019)
Sizin sığındığınız bir adanızvar mı?
Kanımca çoğumuzun bir adası vardır, sadece orda huzur bulur. Abasıyanık’ın da bir adası vardı.Bu adayı ‘Haritada Bir Nokta ’ adlı öyküsünde şöyle ifade eder: Haritada ada görmeyeyim. İçimdeki dostluklar,sevgiler, bir karıncalanmadır başlayıverir. Hemen gözlerimin içine bakan bir köpek, hemen az konuşan, hareketleri ağır, elleri çabuk, abalar giymiş bir balıkçı, yırtık bir muşamba kokusuyla beraber küpeşte tahtaları kararmış, boyası atmış, ağır ve kaba bir sandal, sandalın peşini bırakmayan bir kuş,ağ,balık,pul,sahilde harikulade güzel çocuklar,namuslu kulübeler,kırlangıç ve dülger balığı haşlaması, kereviz kokusu, buğusu tüten kara bir tencere, ufukları dar sisli bir deniz…’
Aylak adamın tekidir der çoğu onun için ya da paraya ihtiyacı yoktu ki geçim derdine düşsün diyenler de olmuştur. Ancak geçim derdiyle sürekli üretmek zorunda hisseden yazarların belki de anıtsal değeri olan eserler yazabilecek yetenekleri varken içi boş ama popüler, ilgi görecek eserler üretmelerine ne demeli? Böyle bir ortamda üzgünüm ki Sait Faik ‘in yalnızlığını, aylaklığını kavrayabilecek bir edebiyat ortamı olmadığı gibi onun kendine dönüşü olan bu davranışını anlayamayan, kavrayamayan ve onaylamayanların olması gayet doğaldır.
‘Haritada Bir Nokta’ öyküsünde ‘yazmasam deli olacaktım’ sözleri onun aylaklığının ya da boş vermişliğinin değil de tam tersine insanların kötücül düşüncelerine isyan ederek gösterdiği tepkinin göstergesidir. Özlediği adaya orta yaşlarına geldiğinde tesadüfen düşüvermiştir. Bakın nasıl anlatmıştır öyküde bu adayı:
‘ İşte çocukluğumun ve ilk gençliğimin haritalarındaki adalar, beni sonunda bir gün özlediğim gibi bir adaya tesadüfen bırakıverdiler. Yaşım orta yaşı bulmuştu ama nihayet asıl yuvama dönmüştüm. Sanki on dört yaşında sarışın bir oğlanken basıp gitmiştim. Bir motor alıp büyük şehirlere götürmüştü. Yaşamıştım. Cebim para görmüştü. Kadın görmüştüm. Şehvet tatmıştım. Kumar görmüştüm. Hırsızlık, mahpushane görmüştüm. Kerhane görmüştüm…Sevmiş sevilmemiştim. İşte bitkin, işte yorgun, işte hepsini yitirmiş, gittiğim motorla yine geri dönmüştüm.’
Adaya sığınan Sait Faik yazmaktan niçin vazgeçer?
Ada halkına yavaş yavaş sokulur. Etrafını çeviren insanların hepsini kendinden çok iyi, çok namuslu, evine dönen müsrif çocuk ruhuyla seyreder. Niyeti yazı yazmak bile değildir. Balığa çıkacak, kaybettiği her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, iyiliği, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği, yeniden bulacak temiz bir hayatın içinde ölümü bekleyecektir. Aklına ara sıra yazı yazmak arzusu düşerse de ( öyküde: ‘arzusunu değil kötü huyunu’ demiştir ) kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak hatta balığa çıkacaktır.
Ada halkı belki de ona kızacaktır. Koca evi var ne bok yemeye balığa çıkar deli galiba diyecek, pay da almaz enayi sözlerini de ekleyecektir. Ancak yazarımız onları yine de mahcup bir şekilde sevecektir.
Aylaklık mıdır mahcubiyet?
Ada halkını mahcubiyetle severken onun tek isteği; bir cıgara, bir ada çayı, bir kağıt oyunu ile rüzgarlı bir günü bitirdikten sonra yatağına yeni doğmuşçasına günahsız, hatıraları kova kova; iyileri, kahramanları, namusluları, hak yemezleri, alın teri ile sert tabiattan kavga ve dostlukla ekmeğini çıkararak, birbirlerine fedakarlıklar ederek yaşayanları seyredip mutlu bir şekilde uykuya dalmaktır.
Kırılma anı neresidir de Sait Faik yazmazsa delireceğini düşünür?
Camları buğulu bir kahvenin içinde elleri nasırlı insanlarla iç içe yaşarken günahsız saatler geçirmenin güvenci ile huzura kavuşan yazarımız balık payı meselesinde şahit olduğu haksızlığa çirkinliğe isyan eder. Öyküde bunu şöyle anlatır:
Kayığı temizleyenler sekiz kişiydi.Yedisi bizim adadandı.Sekizincisi zayıf, sarı, hastalıklı,adamı hiç görmemiştim.Ne kadar dostça ne kadar içten bir sevgi ile çalışıyordu…. O adam da bir dülger alabilmek, bu balığı hak edebilmek için elinden geleni yapıyordu…. Üçer tane alanlar oldu. Dışarıdan gelen bir tane versinler diye bekledi. Yüzünde tatlı bir gülümseme ve çalışmaktan doğabilmiş hafif bir kırmızılık vardı. Bu kırmızılık pay dağıtan adamın elinde tek balık kalıncaya kadar adamın yanağında durdu. Sonra birdenbire uçtu… Gözleri hayretle büyüdü. Son balığı kayıktaki adam, rıhtıma fırlatmıştı… Elini balığa uzatmak üzere eğildi. Ama ötekilerden birisi kocaman çizmeli ayağını dülger balığının sırtına bastı.
-Ne o, hemşerim? Dağdan gelip bağdakini kovmayalım.
Adam elini çekti. Bir şey söyleyemedi.
…Kayıkhanelerden biri de kalkıp da ‘Ayıptır yahu ver adama’ demedi. Balık verilmemiş adam “Zararı yok hemşerim” dedi “zararı yok. Vermesinler, istemez.”
İnsanoğlunun düştüğü acı çelişkilerin bir ifadesi midir yazmak?
Tüm hırslarından, geçmişte yaşadığı suçluluk hissettiği hayatından sıyrılıp arınmak için sığındığı adada incinir Sait Faik. Sığındığı bu ada onu taa içine atmıştır. Büyük şehirde yaşadığı tüm kötülüklerden kaçarak bu küçük adaya yerleşen namuslu insanlarla yaşamak isteyen yazar her şeyin kurduğu hayaller gibi olmadığını fark eder. İyi değerlere yoğun bir şefkat duyarken karşılaştığı bayağılıklar, adaletsizlikler onun üstün anlatma kabiliyetini ortaya çıkarır. Önlenemez anlatma kabiliyetini kullanmaya sevk eder.O da bir hırs değil midir deyip vazgeçtiği YAZMAYA tekrar döner .Çünkü YAZMASA DELİRECEKTİR.Kalemini yontar. Yonttuktan sonra tutup öper.
İyi ki de yazar; yazar da her okuduğumuzda ayrı bir tat aldığımız okumaya doyamadığımız öykülerine sahip oluruz. Okumazsam çıldıracağım dediğimiz anda elimizden tutan, yüreğimize dokunan öykülerimiz vardır sarıldığımız.
Öyleyse böyle sevmek aylaklık mıdır sizce?
Hayatımıza karışan eserleri ve eserlerine karışan hayatımızda Sait Faik Abasıyanık ve hep olacak…
Yazar Semiha Baysal
9 Mart 1972’de Osmaniye’de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Mersin’de tamamladım. Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı lisans diplomasının ardından sırasıyla Mardin ve Diyarbakır’da öğretmenlik yaptım. Sonrasında Ankara’ya yeniden geldim ve son yirmi yedi yıldır Ankara’da ikamet ediyor ve edebiyat öğretmeni olarak çalışıyorum. Pandemi döneminde ikinci üniversitemi -Adalet Yüksek Okulu- okudum.
Editörlük yapıyor, çeşitli edebiyat dergilerinde yazıyorum. En sevdiğim uğraşlardan biri de okulumdaki öğrencilerle birlikte süreli yayın olma hakkını kazanan ÜMİTLİYİZ adındaki edebiyat dergimizi çıkarmak.
Beş kolektif kitapta öykü ya da şiirlerimle, “Gençlerin Yazın Sevdalısı Öğretmeni Semiha Baysal” isimli kitapta edebiyat üzerine makalelerimle yer aldım, Saçlarımı Okşayan Esinti isimli öykü kitabım ise geçtiğimiz yıl yayımlandı.
Edebiyat alanında üretmek; öğrencilerimi ve altı yıldır yürüttüğüm emekli okuyuculardan oluşan kitap kulübümü paydaşlarım olarak sürece katmak ve hep birlikte edebiyat dünyasının içinde olmak beni çok mutlu ediyor.
Aynı zamanda Ankara’da Çayyolu Kültür Sanat ve Edebiyat Derneği’nin başkan yardımcısı olarak görev almış bulunmaktayım.
Mail: semihab96@gmail.com
Yeni yorum ekle