Aklıselim mi? Arada Bulasın!

Felsefe

Aklıselim mi? Arada Bulasın!

Günümüzde Ortadoğu, yakın geçmişte ise, Batı Türkistan ismi ile maruf olan topraklarda yer alan ülkeler, İsrail’in büyük hedefleri doğrultusunda Batı’nın -özellikle Amerika ile İngiltere’nin- sömürgeci politikasına uygun parçalanıp istikrarsızlaştırılmaya devam ediliyor. Bu uğurda, hiçbir ahlâkî ve hukuki kıstas, bu süreci durduramıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’ni on yılı aşkın yönetmeye çalışan İslamcı siyaset, maalesef, söz konusu “böl, parçala, yut” politikasının hedeflerini doğru okuyamamış ve attığı bir dizi yanlış adımla Türk siyasetini ve Türkiye’yi içinden çıkılması güç sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır.Bizim “İslamcı siyaset” tabirini kullanmamız, esasta Türkiye’yi idare edenlerin gerçekten “İslamcı” oldukları için değil, yakın geçmişin siyasal bir kavramı olan “İslamcılıkla” duygusal bir bağa sahip olduklarındandır. İşin aslı, duygusallığın ve Türkçülüğe karşı olmanın ötesinde gerçek İslam veya tarihî İslamcılık ile alakaları oldukça zayıftır. İslam ve İslamcılık sadece dillerinde, belki de, birazcık gönüllerindedir. Hüsnüzan yaparsak, gönülde olan dile sirayet etmiştir; lakin eyleme dönüşememiştir. Bu gerçek, bizzat Sayın Cumhurbaşkanı tarafından dile getirilmiştir. Siyasî iktidar, kültürel iktidarı sağlamamıştır.

Gönülde olanın dilde zahir olup fiile dökülememesinde temel sâik, bize göre, mevcut iktidarın Türk ile karşılaşamaması, Türklüğü anlayamaması, dolayısıyla sahip oldukları önyargıların etkisiyle farkında olmadan sömürgeci güçlerin hedefleri doğrultusunda icraatlara kalkışmasıdır. Gerek iç gerek dış siyasette ne getirip ne götürdüğünü yeterince hesaplanmadanatılan veya attırılan adımlar, Türkiye’yi zor durumda bırakmış, çok yerde çıkmaz sokaklara sürüklemiştir.Artık neredeyse tek başına kalmış, ne yapacağını bilmez ve yılana sarılarak dere geçmeğe kalkan ve muhtemelen yakın zamanda ekonomik sarsıntılarla da boğuşmak zorunda kalacak olan bir “Sanki-Yeni Türkiye” var. Sorun cidden pek büyüktür.

Kadîm Türk siyasetinin basiret ile ferasetinin küçümsenmesi ve gereğince ondan istifade edilememesi, aktif yöneticileri böylesine vahim hatalara sevk etmiştir.Üzülerek ifade ediyoruz ki, mevcut siyaset, iktidarının tehlikeye gireceğini sezdiği anda, Türk’e ve Türlüğe ve Türk milletine sıcak mesajlar göndererek yaşananlardan ders alındığı intibaı oluşturmakta, ancak bildiğini okumaktan ve yapacağını da yapmaktan geri durmamaktadır. Bu, günü kurtarma siyasetinden derhal uzaklaşarak acilen içinde olduğumuz ahvalin doğru bir şekilde tespiti elzemdir. Bunun içinehline müracaat etmekten çekinilmemelidir. Yapılan her eleştiri ve yönlendirmeyi de düşman bellememek gerekir.

Eskiler, “balık baştan kokar” derler. Başın bozulması, vücudun da sağlıklı hareket etmeyeceğini gösterir. Baş, devlettir. Devletin işleyişidir. Başın, devletin, işleyişin bozulması idrakin, anlayışın ve kavrayışın hastalanmasıdır. Türkiye’de “baş” konumunda olan yön vericilerin –özellikle ekranlarda boy boy görünenlerin- ufuksuz ve izan fukarası olması, sağlıklı olan bünyeyi de –milleti de- doğal olarak yıpratmaktadır. -Şu kutlu Ramazan ayında iftar ve sahur programları yapan bir dizi zevatın çapsızlığına ve İslam algılarına ve din adına kestikleri ahkâmlara bakınca ne demek istediğimiz kolayca anlaşılacaktır. Hele bir Kuranıkerim’i güzel okuma yarışması var ki, dillere destan!- Türk halkı, devletin arpalığa döndürülen basın yayın kanallarında aynı yüzlere bakmaktan, kalitesiz programları izlemekten, siyasî kaygılarla konuşmaktan korkan ve gerçeği söylemekten çekinerek lafı dolandırıp duranları seyretmektenbıkmış durumdadır.

Görünen o ki, millete önder olanlar, hakikati aramaktan çoktan vaz geçmiştir. Zira onlar için âdeta tek bir hakikat vardır. Nedir o derseniz? Her ne pahasına olursa olsun, mevkilerin ve çıkarların korunması uğruna gerçeğin –hakikatin- manipüle edilmesi. Bu, şu demektir: Aslında hakikat yoktur. Ancak hedefler doğrultusunda bir hakikat inşa edilebilir, hatta edilmelidir. Bu durumda gerçeğin gizlenmesinde insanların doğru olarak bilgilendirilmemesinde bir mahsur yoktur. Olmayanı var, olanı yok göstermek bu çarkın dönmesi için tutulacak en doğru yoldur… Sakın ola, bu anlayış ve ilkeden taviz vermeyin. Öbür gün yerinizden olursunuz!

Sığlık ve tükenmişlik hat safhadadır. Her yerdedir. Ama duygusal İslamcılığın maalesef gerçeklerle yüzleşecek cesaretiyoktur. Oysa yapılması gereken o kadar da zor değildir. İlkeleri doğru tespit ederek işi ehline havale etmek atılması gereken ilk adımdır. Türkiye’de çok sayıda yetişmiş insanımız var. Onlar bugün birçok çekince ile geri durmaktadırlar. Aklı başında olan, onları bilir, bulur ve etkili makamlara getirir. Eskiden göreve talip olunmaz, görev verilirdi. Görev verilirken dikkat edilen tek kıstas da görev verilecek olanın ehliyetiydi. Şimdiler de işler çok değişti. Ehliyet umursanmaz oldu. Görev verilmez, alınır oldu. Alınan görevlerdeki başarımız ise, gerçeği ve hakikati tersyüz edebilme becerimize bağlandı.

Türkiye’nin acilen Türklüğünü ve Müslümanlığını hatırlayarak yeniden yapılandırılmaya ihtiyacı var. Bu amaca matuf birkaç TV dizisi şu aralar dikkat çekiyor. Lakin bunlar yetmez. Biran önce enstitüler kurulmalı ve ilmi çalışmalar yaptırılmalıdır. Üniversitelere siyasî beklentilere karşılık verecek rektör, dekan, hoca değil, ilmi ağırlığı olan kişiler atanmalıdır. Denetlemeden taviz verilmemeli, ilmin ve eğitimin hakkın vermeyenin gözünün yaşına bakılmamalıdır. Çok fazla üniversitemizin ve üniversitelimizin olması kurtarıcı olmayacaktır. Az olsun, kaliteli olsun. Bunun için her türlü altyapıya sahibiz. Eksik olan, mevcudu harekete geçirecek selim bir akıl.

*

Not: Yukarıdaki yazı yaklaşık dokuz yıl önce yazıldı. Dokuz yıl önceden bugünler bize aşikâr imiş! Artık bugün durum çok daha vahimdir. Lakin selim bir akla güvenimiz hâlâ tamdır. Gün doğmadan neler doğar.

Yorum

Mehmet Önal (doğrulanmamış) Çar, 11 Haziran 2025 - 23:54

Çok kesin yargılar/yargılamalar içeren bir yazı bence Süleyman hocam. Çok genel başlıklar, çok kaba eleştiriler ve rasyonalite, gerekçelendirme içermeyen, sosyolojisi, psikolojisi, tarihi, zamanı ve mekanı olmayan olaylar, olgular ve hükümler silsilesi içeriyor yazınız. Sonuçlardan oluşmuş önermeler, Ne öncül önermeler ne de önermelerde orta terimler var. Belki bunlar sizin aklınızda var ancak siz onları değil önermeleri içinizde saklı olan çıkarımların sadece hüküm cümlelerini yazmışsınız. Aklı selim ararken salim akla baş vurmamış görünüyorsunuz. Bazı ümitvar olan cümlecikleriniz var fakat onlar da sanki "vur dedik, öldür demedik" denmesin diye yazılmış gibi. Kusura bakmayın ama neyin olmadığını söylüyorsunuz ama niye olmadığını, nasıl olması gerektiğini hiç konu etmiyorsunuz. Dokuz yıl önce bunu yazdığınıza göre bugün yazsanız bunun 10 katı umutsuz yazardınız. İnsaf bu yazının neresinde doğrusu ben göremedim.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.