Akademinin Sefaleti Ya da Entelektüel İlişki(sizlik)

Sanat

Akademinin Sefaleti Ya da Entelektüel İlişki(sizlik)

Kemal ASLAN

Akademik ortam yapısı gereği entelektüel düşüncenin üretildiği, paylaşıldığı tartışıldığı ortam olmalıdır. Belirli alanlarda uzmanlaşmış kişilerden oluşan akademik ortam farklı fikir ve düşüncelerin yeşerdiği, boy verdiği bir zemini içinde barındırmalıdır. Geniş zamanlı hüküm cümleleri çerçevesinde konuya işaret etmem evrensel bir kabule dayanmaktadır. Ancak bu kabulün gerçekleşmesi ülkenin yanı sıra akademik ortamda da özgürlüğün olduğu hissedilmelidir. Gerçi baskı ortamlarında da akademisyenler üretimini sürdürmüşlerdir. Frankfurt Okulu’nun önemli çalışmaları böyle bir ortamda gerçekleşmiştir. Ancak bu sınırlı bir çerçevede tartışmaların kaldığını, entelektüellerin kendilerini gerçekleştirmelerinin özgürlük ortamında mümkün olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesi anlamına gelmemektedir.

Her siyasal rejimde baskı ortamı arttığında entelektüeller büyük bir susuşa yönelmektedir. 1930’larda Sovyetler Birliği’nde, 1940’larda Amerika’da olanlar budur. Bu bir tür çölleşmeye yol açmaktadır. Fikir üretimi yerine slogan düzeyinde aşırı basitleştirilmiş propaganda aygıtlarında kullanılan sözler desteklenir ve yaygınlık kazanır. Böyle durumlarda oluşturulan hegemonyanın dışında farklı düşünceler hemen ötekileştirilir, önemsizleştirilir, değersizleştirilir.

Analitik zekâya sahip entelektüeller de bu durumdan hemen ders çıkarır. “Akademik suskunluk” temel bir eğilim haline gelir. Üstelik ekonomik koşullar da akademisyenin kendini sürekli yeniden üretmesini sağlamaya yetmemektedir. En az haftada bir sinemaya, tiyatroya, 15 günde bir konsere, sergi salonlarına giden akademisyen sayısı oldukça azdır. Aldıkları ücretle temel ihtiyaçlarını ancak karşılayabilen akademisyenler “geçim derdinden” başka konulara yeterince zaman ayıramamaktadır. Yani yaşanılan ekonomik sıkıntılar da akademisyenlerin yaşamını olumsuz biçimde etkilemektedir.

Akademinin entelektüel bir ortam yarattığı kabulü günümüzde tartışmalı hale gelmektedir. Çünkü akademisyenler çalıştıkları üniversitelerde ders yükleri dolayısıyla kendi alanları dışında başka konularla ilgilenemez hale gelmektedirler. Yazdıklarım gözleme dayanmaktadır. 1995 yılından bu yana akademik ortamda bulunduğum dikkate alınırsa bu gözlemlerin öznel ve tikel gerçeklik de olsa içinde bulunulan koşulları açıklamada ipucu verdiği kanaatindeyim. 2010’lara kadar sınırlı da olsa akademik ortamda bir araya gelebilecek kamusal mekânlarda (kafe, vb.) farklı konuları konuşma olanağı vardı. Disiplinler arası alanlarda etkileşimde bulunmak farklı bakış açılarından dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri değerlendirmek mümkündü. Örneğin ben 5-6 yıl öncesinde İslam Tarihçisi ve Tarih Felsefecisi Prof. Dr. Şahin Uçar hoca ile tesadüfen yemekhanede tanışmıştım. Arkadaşlarım jet hızıyla yemekhaneye girmişlerdi. Ben de espri olarak “Rüzgar Gibi Geçti”niz dedim. Hoca da yemek kuyruğunda imiş “ben Rashomon filmini beğenirim” dedi. Gerçekliğin anlatıcının aktarmasına göre değişebileceğini anlatan filmi ben de severim. Yemek kuyruğunda başlayan sohbetimiz sanat, edebiyat, şiir, felsefe konulara yöneldi. Ben Şahin hocadan farklı biçimde hayata baksam da ondan etkilendim. Farklı konularda tartışmalarımız oldu, ondan bilmediklerimi öğrendim. Onun sayesinde hala dostluğumu sürdürdüm Dr. Nebi Önder hocamla tanıştım. Bu kesişimler bana bir üniversite ortamında ders aralarındaki zamanlarda farklı alanlardaki hocalarda kurulan iletişimin, etkileşimin ne kadar önemli olduğunu kavradım. 1990’larda yarı zamanlı çalıştığımdan sınırlı zamanlarda sınırlı konuları konuşuyorduk. 2012’den itibaren kadrolu olarak akademik ortamda yer alıyorum. İstanbul Aydın Üniversitesi ve Yeni Yüzyıl Üniversitesinde tiyatro, sinema, edebiyat ve siyaset üzerine konuştuğum hocalar vardı. Haliç Üniversitesi’nde konuştuğumuz konular ve alanlar da daraldı. Ülkedeki gelişmeler, umutsuzluk, insanların belirli epistemik cemaatin dışına çık(a)mamaları da bunda belirleyici oluyor. Üstelik gündelik yaşamı sürdürmede yaşanan zorluklar entelektüel ortama da yansıyor. Çevrede yeni filmleri, oyunları izleyen çok az kimse var. Yeni çıkan şiir kitaplarını, öyküleri romanları okuyanlar da neredeyse yok. Bu durum akademik ortamda sohbetlerin sınırlı alanlarda ve sosyal nezaket çerçevesinde kalmasına yol açıyor. Akademisyenler etkileşim içinde olmayınca birbirlerini besleyemiyorlar. Herkes kendi alanında makale ve kitap yazma uğraşında tamda şairin vurguladığı gibi bir durum söz konusu:”İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” (1)

Hâlbuki entelektüel ilişki doğası gereği birbirini beslemeyi dünyada ve Türkiye’de yaşlananları sorgulamayı, farklı bakış açılarıyla karşılaşmayı, eleştirel olmayı içerir. Entelektüel ortamda bu yaşananlar çölleşmeye, sığlığın öne çıkmasına zemin hazırlar. Temel içgüdülerin dile getirildiği 200-300 kelimeyi geçmeyen konuşmalar yaygınlık kazanır. Dildeki fakirleşme, zihindeki ve ruhtaki fakirleşmeye yol açar. Entelektüellerdeki bu çöküşün telafisi çok uzun sürer.

Akademik ortamda entelektüel ilişkiden uzaklaşmak, sanattan, edebiyattan, siyasetten felsefeden uzaklaşmak bir meslek grubu olarak akademisyenlerin de farkında olmadıkları bir ölümü yaşadıkları anlamına gelir. Entelektüel, karşılaşmalarla, etkileşimle en önemlisi özgürlük ortamında kendini yeniden üretebilir. Tersine durum akademisyenler için de bir tür beyin ölümüdür. Bunun farkına varmadan da yaşayanlar olabilir. Ama içinde bulunduğumuz gerçeklik budur.

 

Kaynak

  1. İsmet Özel, “İçimden Şu Zalim Şüpheyi Kaldır Ya SenGel Ya Beni Oraya Aldır” şiirinden bir dize.

Yeni yorum ekle

Düz metin

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Satır ve paragraflar otomatik olarak bölünür.
  • Web sayfası adresleri ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantılara dönüşür.