
Gastronomi Ve Mitoloji
İnsanoğlunun yemek ile olan ilişkisi on binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. Avcı toplayıcı dönem olarak adlandırılan Paleolitik Çağ’da, ilkel olarak tanımlansa da toplumsal hiyerarşi içinde yemek birlikteliği önemli bir ritüel olarak karşımıza çıkmaktadır. Paleolitik dönemde mağara duvarlarına resmedilen av hayvanları olasılıkla dinsel bir anlam taşımakta ve yenen etlerin yaşam alanlarında belirli bir ritüel içinde kendilerinden daha üst gördükleri veya tanrısal olarak düşündükleri güce pay verme veya onları mutlu edebilme çabası olarak düşünülmektedir.
Bu ritüel sadece tanrısal bir gücü mutlu etmek amacıyla yapılmamaktadır, aynı zamanda daha sonraki avların daha bereketli olması ve yaşamın sorunsuz bir şekilde geçirilebilmesi için de bir zorunluluk olarak görülmektedir. Diğer bir ifadeyle avcı toplayıcı düzenden tarım toplumuna ve çiftçiliğe geçen insanoğlu toprak ile karşılaşmasını, ürün ekimi ve bunların hasat edilmesini daima bir ritüelin parçası olarak görmüştür.
Mitolojide “Toprak Ana” kavramı bu inancın bir yansıması olarak düşünülebilir.
Ürünü ortaya çıkaran “Toprak” daima kadınsal özellikler taşımaktaydı. Bu kavramın şekillenmiş halini Çatalhöyük’te ortaya çıkan “Ana Tanrıça” figürleri daha da somut hale getirmektedir. Kadın toprağa bağlı feodal yapı içinde, sadece toprağı betimlemeyle kalmayarak, bereketi ve üretkenliği de simgelemiştir. Toprağın ve toprağa ekilen tohumların filizlenmesi ve hasadı, Neolitik dönem olarak adlandırılan “Tarım Süreci” içinde birçok farklı ritüelin ve bu ritüellere bağlı olarak yeni kavramların doğmasına neden olmuştur.
Bu kişileştirilen kavramların en önemli özelliği sonsuz hayatı simgelemeleri veya ölümsüz olmalarıdır. Neolitik dönemle başlayan süreç içinde toprağa ekilen tohumun filizlenmesi için gerekli olan hava, su, güneş, rüzgar, yağmur gibi tüm etkenlerin ürünün bereketli olması için önemli sayılması nedeniyle her birine tanrısal özellikler yüklenmiş ve bu özelliklerde kişileştirilmiştir.
İnsanoğlunun yemek üretiminde yer alan tüm ögeler yaşamın devamını ve insanların daha sağlıklı olabilmesi için tanrısal düşünmeyle mitolojik olarak bir tanrı veya tanrıça ile özdeşleştirilmiştir. Günümüz gastronomi eğilimleri içerisinde özellikle temalı ya da hikayesi olan ürünlerin ortaya çıkarılmasında mitolojik ve sanatsal bir bakış açısıyla çalışmaların yiyecek içecek işletmelerinde üretilen ürünlere ve kullanılan kap, tabak, bardak gibi araç gereçlere, hediyelik eşyalara yansıtılması önemli eğilimler arasındadır ve kültür aktarımını, tanıtımını ve araştırmalarını sağlama yollarından da biridir.
Mitoloji, yemek kültürünün tespit edilmesinde, geleceğe aktarılmasında günümüz kültürünün oluşmasında oldukça önemlidir. Yemek sadece fiziksel ihtiyaç değil, tanrılara sunulan adak, üzüntü-sevinç, ölüm-doğum, kutlama-yas gibi durumlarda sembolik anlamlar taşıyan değer olarak görülmektedir. Bundan önce doğada var olan insan yeme içme güdüsüyle inanç sisteminin oluşması paraleldir. Kendilerinin yediklerini onları koruyan bereketlendiren tanrılara da sunmuşlardır. Yapılan yemeğin veya sunulan adağın temizliği, kalitesi, ulaşılabilirliğinin ve hazırlığının zorluğu karşıdaki kişilere veya tanrılara verilen değeri ve önemi temsil etmektedir. İnsan varoluşundan bu yana fizyolojik olarak ihtiyaçlarından dolayı beslendiğini ve yine benzer bir şekilde eski zamanlardan bu yana bir veya daha fazla tanrıya tapındığı bilinmektedir. Bununla birlikte dinsel ritüellerin, ibadetlerin ve söylencelerin içeriğinde gıda, ziyafet ve sunum gastronominin iç içe olması kaçınılmazdır. Gastronomi için mitoloji ve ritüellerin anlaşılması son derece önemlidir. Beslenme inanç, tarım, yemek, kültür ve yaşam arasında bağlantılar vardır.
Neolitik Dönemin Ana Tanrıça’sı antik dönemde tanrıça Artemis’e dönüşmüş ve onunla ilişkilendirilen birçok ürün de bu tanrıçaya atfedilmişir. Tanrıça Artemis’in bolluk ve bereket sembollerinden biri, bal ve arı ile ilgilidir. Bal aynı zamanda, tarımda, parfüm yapımında ve kozmetikte ve mumyalama gibi farklı alanlarda da kullanılmıştır. Balın arta kalan diğer petek kısımları aydınlatmadan, ilaç ve resim alanına kadar farklı amaçlar için balmumu üretimine konu olmuştur. Neolitik dönemin karakteristik merkezi Konya/Çumra’da yer alan M.Ö. 7.000’e tarihlendirilen Çatalhöyük fresklerinde görülen betimlemeler balın bu dönemde Anadolu insanı tarafından tüketildiğinin en erken kanıtlarınıoluşturmaktadır.
Yazılı tarih dönemine geçilen Asur Ticaret Kolonileri ve sonrası Hitit Çağı’nda balın önemli bir ürün olarak tarihsel kayıtlar içinde yer aldığını söylemek mümkündür.
Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde yer alan bir kil tablette bir Asurlu tüccar “Pilah-Ştar” ve ailesinden bahsedilirken metinde ekmek, bira, şarap yağ ve soğan gibi bazı ürünlerin yanında bal isminin geçmesi Asur Ticaret Kolonileri Dönemi’n de Anadolu insanının beslenme araçları hakkında bilgi sahibi olunmasını sağlamaktadır. Yine Hitit Çağı içinde balın önemli bir ürün olduğu, arıcılık ve bal ile ilgili kanunlar yapmış olmalarından anlaşılmaktadır.
Hitit çivi yazılı tabletleri tanrılara sunu yapılan yiyecekler içinde balın her zaman önemli sırada yer aldığını kanıtlar niteliktedir. Öyle ki tanrıları çağırma törenlerinde tanrıların yollarına bal dökerek gittikleri o uzak yerlerden tekrar geri dönmeleri arzu edilmektedir. Hatta Hititlere ait “Kayıp Tanrı” efsanesinde bereketi ve bolluğu yanında götüren Telepinu’yu araması için bir arıya görev verilmiştir. Diğer taraftan Hititlerin önemli ekmek üreticileri ve fırıncıları olduğu da ifade edilmektedir.
Hitit ekmekleri içinde geçen NINDA.LAL, Hititçe Milit, bal kelimesi ile ilişkilendirilen Bal ile yapılan ekmek çeşidine önemli bir örnek oluşturmaktadır. Yine Hitit metinlerinden öğrenebildiğimiz kadarıyla balın ruhsal ve bedensel hastalıkların tedavisinde kullanıldığı bilinmektedir. Balın içeriğini oluşturan glikoz ve früktoz önemli sayılan karbonhidrat kaynağıdır ve olasılıkla bu özelliği antik çağ insanı tarafından da keşfedilmiştir. Yine özellikle etler kızartılırken zeytinyağı ve bal ile marine edilmiştir. (3).
Antik kaynaklar, Plinius, Strabon ve Heredotos, bugün Batı Anadolu bölgesinde yer alan Aydın ve Muğla çevresinde de arıcılık ve bal üretiminin şarap ve incir kadar önemli olduğundan bahsetmişlerdir. Tarih öncesinde Mısır’da, Sümer’de ve Anadolu’da tahılı ve ekmeği yaratan kişinin tanrıça olduğu düşünülmekteydi. Eski Mısır’da bu kadın tanrıça İsis’di. Tanrıça İsis’in kocası Tanrı Osiris bir başka deyimle Nil Nehriydi. Her yıl toprak ananın üzerine, Nil ırmağı akardı. Nil’in sularıyla toprak ana uyanır ve insanoğlunu yaşatacak tahılları yaratırdı.
Yine Sümer’de, biranın koruyucu tanrıçası Siduri idi. Hem biranın hem de şarabın tanrıçası olan Siduri’nin adından Sümer mitolojinde oldukça fazla bahsedilmektedir. Sümer mitoslarında anlatıldığına göre, Tanrıça Siduri, Sümer’de değil, “Deniz kıyısında, güneşin bahçesinde” yaşamaktaydı. Sümer kaynaklarında Anadolu kıyılarının bu sözlerle anlatılmasından yola çıkarak olasılıkla “Siduri” ismiyle, toprak ve tahılın Anası olan “Bereket Tanrıçası” Demeter’e ve Anadolu’ya atıf yapılmaktadır (7).
Şaraptan önce, ilk içecek biraydı. Ekmek bulunduktan hemen sonra bira üretilmiştir. Ekmek üretimi yaklaşık olarak M.Ö. 8000 yıl öncesine tarihlendirilmektedir. Sümer’in ve Mısır’ın en eski kayıtlarına göre, M.Ö. 6000-5000 arasında çok çeşitli biraların yapıldığı bilinmektedir. M.Ö. 3500 yıl öncesine tarihlendirilen bir Sümer kil tabletinde, on altı çeşit biranın içildiği ve bira yapımının, her gün gelişen bir endüstri olduğu anlatılmaktadır. Mısır’da bira, kimi zaman hurma ve balla tatlandırılıyor ve çeşitli otlarla çeşnilendiriliyordu.
Bitkisel ilaçların babası olan Bergamalı (Pergamon) hekim Galenos’un birayı kimi hastalarına ilaçla karıştırarak içmelerini önermesi de dikkat çekicidir (8).
Konya İvriz’de bulunan dünya üzerinde bilinen ilk gastronomik ürün betimlemesi özelliğine de sahip Hitit kabartmasında, kral Warpalawas elinde buğday başakları ve üzüm salkımları ile Bira ve Şarap kültünün koruyucu tanrısı Tarhunza’ya şöyle seslenmektedir: “Ben hâkim ve kahraman Tuvana Kralı Warpalawas. Sarayda bir prens iken bu asmaları diktim. Tarhunza onlara bolluk ve bereket versin" (9). Bu kabartmadaki tanrı Tarhunza bir yerde Bakkhus veya Dionysos ile özdeşleşmektedir. Hititler M.Ö. 2000’den çok daha önceleri Anadolu’ya gelmişlerdir ve binlerce tanrıdan oluşan büyük bir Pantheon yaratmışlardır.
Hitit yazılı kaynaklarında ateşte kızartılan etlerin tanrılara sunu olarak verildiği bilinmektedir. Bu metinlerde özellikle kızartılmış etler önemli yer tutmaktadır. Burada amaç, kızarmış etin biraz da yanarak dumanın gökyüzüne çıkması ve tanrılara ulaşmasıdır. Böylece tanrıların yeryüzüne inerek insanlar arasına karıştıklarına inanılırdı. Etlerin daha iyi kızarması ve dumanın güzel kokular yayması için çoğu zaman üzerlerine bal ile karıştırılmış zeytinyağı dökülmekteydi (10).
Hititler gibi Mezopotamya’da Sümer’ler seramik kaplar içerisinde evlerinde oluşturdukları ayrı bir depo veya kilerde şarap, baklagil, tahıl, bal ve biraları saklamaktaydılar. Bu evlerin içinde aynı zamanda aileye ait bir de mezar odası bulunmaktaydı. Bu mezar odasına her öğün evde tüketilen yiyeceklerden ve içkilerden bir parça bırakılmaktaydı. Bunun yapılmaması durumunda ölülerin gölgelerinin yer yüzüne çıkarak sokaklarda dolaşacağına ve insanlara saldıracaklarına inanıyorlardı. Her tanrının bu anlamıyla bir yiyeceğe düşkünlüğü vardır. Örneğin marul Mısır tanrısı Set’in en sevdiği sebzedir. Hitit, Anadolu ve Helen uygarlıklarında diğer dünyada yaşayan mistik atalarına ve tanrılara şarap, süt ve bal sunulması yaygın uygulamalar arasındadır.
Tanrıçalar ve tanrılar, lezzetli yemekler ve içeceklerin yanı sıra, başta çörek olmak üzere tatlıları yemeye hevesliydiler. Tereyağlı çöreğin tatlı ve pürüzsüz tadı, İnanna gibi sert bir tanrıçayı bile etkisiz hale getirebilir ve sakinleştirebilirdi (20). Nadiren de olsa ilahi menüde et yemekleri de yer alırdı. Mitolojik metinlere göre, tanrılar ve tanrıçalar böyle bir yemekten pay alacaklarsa, pişirilmiş veya kızartılmış et yerine kavrulmuş eti tercih ederlerdi.
Antik mitolojide Olympos Tanrıları hangi yemeği yiyorlardı? Olympos tanrıları Nektar ve Ambrosia’dan güç almaktaydılar. Bu iki kelimenin çoğu zaman birbirinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Kimi zaman nektarın içecek, ambrosia’nın ise yiyecek olduğu söylenmektedir. Kimi zaman da bunun tersi bir durum söz konusudur; Böylece ambrosia içecek ve nektar yiyecek olur. Bu tanrısal maddelerin homolog doğasına rağmen, hem nektar hem de ambrosia’nın kullanan kişilere uzun ömür ve hatta ölümsüzlük aşıladığı bilinmektedir.
Buğday ile ilintili mitolojik efsanelerde Zeus ile Artemis’in avcı kızlarından Kallisto’nun oğlu Arkas çok ünlü bir kral olmuş. Arkadia olarak adlandırılan bölgeye de adını vererek kral ulusuna buğday ekmesini ve ekmek yoğurmasını öğretmiş (32). Toprak ana olarak (Ge-Meter) Demeter için özellikle antik dönemde buğday ekimi yapılan alanlarda tapınım görülmüştür (30). Bir diğer efsane ise İasion ile ilgilidir. Elektra ve Zeus’un oğlu İasion kardeşi Harmonia’nınKadmos ile evlilik töreninde Demeter ile karşılaşmış, tanrıça Demeter ona buğday taneleri armağan etmiştir. Bu özelliği dolayısıyla İasion buğday ve ekmek ile ilgili alanlarda önemli bir kişilik haline gelmiştir.
Efsanelerde önemli bir yer tutan elma meyvesi ile ilgili efsanelerin başında Troia Destanı ile ilişkilendirilen ve bu savaşın önemli bir karakteri olan Akhilleus yer almaktadır. Akhilleus, Peleus’laThetis’in oğludur. Tesalya’daThetis ile Peleus’un evlilik töreni kutlanır, tanrıların hepsi bu törende hazır bulunurlar. Nifak tanrıçası Eris’in bu düğün törenine çağrılmaması üzerine kızarak düğün masasının üzerine altın elma koyması Aphrodite, Hera ve Athena arasındaki güzellik yarışmasına ve Paris’in seçimi ile sonu Troia savaşına kadar uzanacak bir hikayenin de başlangıcını oluşturmaktadır.
Üzüm salkımı anlamına da gelen Staphylos efsanelerde geçen bir kişilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Kral Oinos’un çobanlığını yapan Staphylos günlerden bir gün otlattığı keçilerden bir bölümünün sürüye katılmadıklarını ve yerlerinde duramayıp sürekli zıpladıklarını gözlemler. Buna sebep olan keçilerin yediği bir meyve olduğunu anlayan Staphylos bunu kralı Oinos’a anlatmış. Oinos’da bu meyveyi sıkıp şarap yapmıştır.
Meyveye (Üzüm) Staphylos’un ismini, şaraba da kral Oinos’un ismi verilmiştir. Buradan hareketle Antik Helencede Oinos şarap anlamına gelmektedir.
Antik çağ mitolojisinde en çok bahsedilen ürünlerden birisi olan zeytin ve zeytincilik ile ilgili efsanelerin en ünlüsü Atina kentinin koruyucu tanrısı olmak için yapılan yarışma ile ilgili olanıdır. Athena ve Posedion kentin koruyucu ünvanını kazanmak için yarışmaya girmişlerdir (Resim 4). Bu yarışmada jüri üyeliğini diğer Olympos tanrıları yapmışlardır.
Denizler tanrısı Posedion Atina akropolünün (yukarı şehir) üzerinde tuzlu bir göl oluşturmuştur. Bir başka efsanede ise kente atları hediye etmiştir. Athena ise kente zeytin ağacını armağan etmiştir. Zeytinden üretilen zeytinyağı hem yiyecek olarak önemli bir üründür hem de aydınlatma aracı olarak kullanılan kilden yapılan kandillerin içerisinde kullanılmıştır. Olympos tanrıları bir gölden ziyade zeytin ağacının daha yararlı olacağına hükmedip kentin koruyucu tanrısı olarak Athena’yı seçmişlerdir (33).
Bütün bu ritüellerde kurban ve adak olarak ise: sığır, koç, koyun, domuz, köpek, keçi, geyik, güvercin ve balık en çok tercih edilenlerdir. Bağırsak yağı ve iç yağı tanrıya aittir ve tüketilmez. Ayrıca törene şeref konuğu olarak katılan tanrı için hayvanın ayrılan kısımları (akciğer, yürek, karaciğer) adağın üzerinde yakılmıştır.
Yorum
Yazılarınızı okudukça…
Yazılarınızı okudukça aslında hayatımızın geçmişle hala bağlantılı olduğunu farkediyoruz. Böyle bir bilgilendirme yaptığınız için teşekkür ederiz.
Yeni yorum ekle