
Sloganların Gölgesinde Düşünen İnsan | İhsan Kurt
Slogan, bazen bir direnişin başlangıcı olabilir; bir uyanışa işaret edebilir. Ama sadece başlangıçta. Çünkü düşünce, sloganın sınırlarını aşmakla başlar. Eğer her meseleye aynı dar cümlelerle yaklaşılırsa, karmaşık sorunlar basitleştirilir, insani boyutlar göz ardı edilir ve zamanla herkes, aynı cümleleri tekrarlayan bir yankıya dönüşür. Düşünen bireyin yerini tekrarlayan koro alır.
Bir toplumun düşünsel seviyesi, ne kadar çok konuştuğuyla değil, nasıl konuştuğuyla ölçülür. Bugün meydanlar, ekranlar, dijital platformlar ve dahası; ezberlenmiş sloganlarla dolu seslerle yankılanıyor. Aynı sözleri farklı tonlarla tekrar etmek, ne yazık ki düşünmek zannediliyor. Oysa slogan papağanlarından hâlâ aydınlık fikirler bekleyerek nereye varılabilecek? sorusu, bu yanılgının acı bir özeti olarak karşımızda duruyor.
Günümüzde sosyal medya, televizyonlar, meydanlar ve hatta eğitim kurumları, farklı düşünen bireylerin değil, aynı şeyleri tekrar eden kalabalıkların sesiyle yankılanıyor. Siyasi parti mitinglerinden, dijital kampanyalara; toplumsal hareketlerden, bireysel duruşlara kadar her alanda “sloganlaşmış” bir düşünce yapısıyla karşı karşıyayız. Her meseleye birkaç cümlelik basmakalıp tepkilerle yaklaşmak, derinlikli tartışmaların yerini alıyor. İnsanlar artık düşünce üretmiyor; sadece tükettikleri fikirleri tekrar ediyorlar. Bu durumlara toplumsal hayatın her alanında rastlanabiliyor. Ama unutulmamalı ki, papağanlar konuşur, ama anlamaz.
Tarihte birçok fikir akımı, ilk bakışta kolayca benimsenen sloganlarla başlamış, ancak gelişen düşünsel çabalarla derinleşmiştir. Oysa bugün, özellikle dijital çağın hızında, yüzeyde kalan tepkiler yüceltiliyor. İnançlar, ideolojiler, dünya görüşleri birkaç kelimeyle temsil ediliyor ve bu kelimelerin dışına çıkmak, çoğu zaman hainlik ya da sapkınlıkla eşdeğer tutuluyor. Bu, bir fikrin yaşaması değil, putlaştırılmasıdır.
Sloganlar elbette küçümsenemez. Tarih, etkileyici sözlerle başlayan toplumsal uyanışlarla doludur. “Ekmek, Barış, Özgürlük” diyerek yola çıkanlar, bir dönemin kaderini değiştirebilmiştir. “Ya istiklal ya ölüm” diyen bir millet, kendi varoluşunu kurtarmıştır. Ama bu sloganlar, o toplumların derin bilgiyle, fedakârlıkla, dirençle yoğrulmuş çabalarının yalnızca sembolik özetleridir. Her biri arkasında kitaplar dolusu düşünceyi, acıyı, mücadeleyi, kültürü taşır.
Zamanımızda ise tam tersine bir durumla karşı karşıyayız. Derinliği olmayan cümleler, birer düşünce sanılarak yüceltiliyor. Birkaç kelimelik ifade, bağlamından kopuk biçimde binlerce kez paylaşılıyor ve sonunda insanlar bu tekrarları düşünce zannediyor. İşin garibi “zannettikleri”nin anlamı üzerinde düşünme ihtiyacı hissetmiyor. Oysa fikirler, tekrarla değil; sorgulamayla gelişir.
Bazen herhangi sosyal olaylar karşısında toplumda çevre gibi, demokrasi ve özgürlük gibi talepler dile getirildiğinde, bu durumlar toplumsal bir uyanışa dönüşebiliyor. Fakat bir süre sonra, aynı birkaç sloganın tekrar edilmesi, hareketin çeşitliliğini ve yaratıcılığını gölgeleyebiliyor. Ezberlenmiş cümlelerin dışındaki farklı düşünenler ya susturuluyor ya da dışlanıyor. Böylece fikirsel çoğulluk yerini düşünsel tek renkliliğe bırakıyor.
Benzer bir durum eğitim alanında da görülüyor. Öğrencilere “eleştirel düşünün” diyoruz ama ardından ezberlenmesi gereken, sorgulanmaması beklenen müfredatları dayatıyoruz. Bir çocuk, “Neden böyle düşünmek zorundayım?” dediğinde cevabımız hazır: “Çünkü doğrusu bu.” Oysa düşüncenin kıymeti, onu savunmakta değil, onunla yüzleşebilmekte gizlidir.
Düşünmek, çoğu zaman rahatsız edicidir, zordur ve konforlu değildir. İnsan, kendi fikrini sorguladığında yara alabilir. Ama işte tam da bu kırılganlıkta başlar özgürlük. Fakat bir kere bir sloganın konforuna sığınırsa, artık dışarı çıkması zordur. Çünkü slogan, insanı düşünmenin yükünden kurtarır, doğru gibi görünen bir güvenlik duvarı örer. Oysa fikir, o duvarı yıkmakla yeşerir.
Sloganlar bir tür konfordur. İnsan zihni, karmaşık olanı sadeleştirmeye eğilimlidir. Sloganlar bu açıdan kolaycılığın tuzağıdır. Çünkü karmaşık gerçeklikler karşısında düşünmek, yorucudur. Düşünmek; soru sormayı, şüphe etmeyi, bildiğini yeniden gözden geçirmeyi gerektirir. Oysa bir sloganın içine sığındığında, insan artık sorgulamak zorunda kalmaz. Sadece tekrar eder ve kendini güvende hisseder.
Ancak konfor alanında hiçbir gerçek ilerleme olmaz. Ne bilimde, ne sanatta, ne de toplumsal dönüşümde. Tarih boyunca fikir üreten insanlar, çoğunlukla rahatsız edici sorular sormayı göze almışlardır. Sokrates, Atina’nın gençlerine “Niçin böyle düşünüyorsunuz?” diye sorduğu için idam edilmiştir. Galileo, “Dünya dönüyor” dediğinde kilisenin dogmalarına meydan okumuş ve cezalandırılmıştır. Bugün onların fikirlerini kutluyoruz ama yaşadıkları dönemde onlar da "slogan dışı" oldukları için dışlanmışlardı.
Gerçek fikir üretimi, bilgi birikimi temeline dayanan zihinsel cesaret ister. Bir kalabalığın içinde, herkes aynı şeyi söylerken “Ben farklı düşünüyorum” demek, kolay değildir. Fakat toplumu ileriye taşıyanlar, bu cesareti gösterenlerdir. Bugün hâlâ Türkiye’de bilim, sanat, düşünceye olduğu gibi birçok meseleye, örneğin kadın haklarına, laikliğe, göçmen politikalarına ya da ekonomi yönetimine dair ezberlenmiş sloganlarla yaklaşılıyor. Oysa bu konuların her biri çok katmanlıdır ve yüzeysel tepkilerle değil, çok yönlü, derin analizlerle anlaşılabilir.
Aydınlık fikir, kalıpların dışına çıkabilen bir zihinden doğar. Sadece kendi çevresinin değil, karşıt görüşlerin de ne söylediğini dinleyebilen, onları anlayan, hatta bazen onlardan öğrenebilen bir zihinden. Bugün bir fikri savunmak için onu bağırarak tekrarlamak, korkutarak kabul edildiğini sanmak yetmiyor; onu yaşamak, anlamak, dönüştürmek gerekiyor.
Geleceğin umudu, ezberleyen değil; sorgulayan bir gençlikte yatıyor. Bu gençlik, sosyal medyada “trend” olan görüşe değil, gerçeğe ulaşmayı önemsemeli. Bir videoyu bin kez paylaşmak değil, bir fikri derinlemesine tartışmak değerli olmalı. Eğitimcilerin, ailelerin, kanaat önderlerinin en temel görevi, çocuklara cesaretle soru sormayı öğretmek olmalı. Çünkü gerçek değişim, bireyin zihninde başlar. Zihinsel özgürlük olmadan hiçbir toplumsal özgürlük gerçek anlamda mümkün değildir.Bu yüzden genç zihinlerin, her söze alkış tutmadan önce durup düşünmeye, şüphe etmeye ve sorgulamaya teşvik edilmesi gerekir. Sorgulamak, bir fikre ihanet değil; ona değer vermenin en insani yoludur. Papağanlar gibi tekrar etmek ise hem fikrin ruhunu, hem insanın özgünlüğünü zedeler.
Artık papağanlar değil, insanlar konuşmalı. Toplum olarak gerçek bir aydınlanma istiyorsak, önce birbirimizi aynı düşünsün diye değil, özgürce düşünsün diye cesaretlendirmeliyiz. Düşünceler çeşitlilikle zenginleşir. Herkesin aynı şeyleri söylediği bir dünyada değil, farklı seslerin duyulabildiği bir dünyada nefes alınabilir. Sloganlar, bu sesleri bastırmak için değil, onları davet etmek için kullanılmalıdır.
Kimi zaman birkaç kelime, koca bir gerçeği gizleyebilir. “Vatan, millet, bayrak” demek elbette değerlidir, ama bu sözlerin içini boşaltarak sadece bağırmak, onları kutsamak değil, tüketmektir. Tüm inançlar, ideolojiler, değerler; sorgulandıkça büyür, düşünülmedikçe söner.
O yüzden yeniden soralım: Slogan papağanlarından hâlâ aydınlık fikirler bekleyerek nereye varılabilecek?
Bu soru yalnızca bir eleştiri değil, aynı zamanda çağımızın düşünce iklimine dair yakıcı bir tespittir ve cevabı da açık:
Hiçbir yere. Çünkü aydınlık, sadece ışıkla değil; onun üzerine düşünen beyinlerle çoğalır.
Son olarak, artık sorumluluğumuzun farkına varmalıyız: Ezberin değil, anlayışın tarafında olmak. Kimin daha çok bağırdığı değil, kimin daha derin düşündüğü önemlidir. Aydınlık fikirler, cesurca sorulan soruların ardından gelir. Ve belki de bugün, en yenilikçi soru şudur: Bu tekrarların içinde, gerçekten ne düşünüyoruz?
Yeni yorum ekle