
Mevlana Ve Aşk
Aşk ateşi…
Aşk ateşi neyin içine düşen
Aşk coşkunluğu şarabın içine düşen
Ney, kanla dopdolu yoldan söz eder
Mecnun aşkının hikâyelerini bir bir söyler
Günler geçtiyse, geçip gitsin; korkumuz yok
Ne olur bir tek sen kal, senden temiz kimse yok
Toprak ten, aşkından göklere yüceldi
Raksa kalkıverdi dağ, çevikleşiverdi
Ey âşık! Aşk, Tûr’un canı oldu baksana!
Tûr sarhoş, “Düşüp bayılmış Musa da!”
Kimin aşka meyli yoksa
Kanatsız bir kuş o, vay onun haline!
Aşk, bu sözün dışarılara taşıp yazılmasını ister
Ayna gammaz olmaz da ne olur? [1]
Mevlana Celaleddin sadece engin anlamlı ve felsefi şiirleriyle gönülleri büyüleyen bir söz ustası değil aynı zamanda insanoğlunun düşünce ve duygularını aşka ve gerçeklere yönlendiren güçlü ve alabildiğine etkili bir kişiliktir. O yüzden hem kendisi ve hem de eserleri dünya edebiyatlarının en ünlü ve en büyük kişileri ve yapıtları arasında yer almaktadır. Edebiyat dünyasında Mevlana adı her zaman aşk, tasavvuf ve gerçeği arama kavramlarıyla iç içe geçer. Onun kendisinden sonra gelen şairler ile dünya edebiyatları ve kültürleri üzerindeki etkisi, edebiyat tarihi üzerindeki derin nüfuzunu göstermektedir.
Mevlana’ya göre aşk yaşanır, kalem onu yazmada çok aciz kalır. Ona göre aşk beşeri ve ilahi olmak üzere iki kategoride yer alır. Gerçekte insan aşk yolunda yürüyerek, o yolun sıkıntılarını çetin mücadelelerle bir bir aşarak olgunlaşır. Bu yüzden ilahi aşka erişmeden önce insan beşeri aşkın farklı aşamalarını denemeli, o yollarda erginleşmelidir. Yine sevgi ve aşk hedefiyle özgün güzelliğe doğru yol alır, hamlıktan olgunluğa erişir. Mevlana’ya göre bütün zevkler, sanat, estetik, hayat, ibadet ve psikoloji aşk adlı büyülü sözcükte birleşir. Aşk Tanrı’nın bir nitelemesidir. İnsan, Tanrı’ya erişince evrene o gözle bakar ve her türlü güzelliği görür. Aşkın akılla ilgili diğer bir yönü de onun en yüce ve en değerli bir bilgi kaynağı olmasıdır. Ona göre aşk sonucunda oluşan bilgi kesin bilgidir. Akıl, düşüncenin kanadı, aşk ise anlamlar kapısıdır.
Feriduddîn Attâr’dan (ö. 618/1221) sonra Farsça mistik şiir, sınırları kestirilemeyen doruklara doğru tırmanmaya başladı. Bu zirvelerden en yüksek olanına bir tek Mevlana Celaleddin (ö. 672/1273) erişebildi. Onun ardından da bu doruklar asırlar boyu kimselerin erişemediği sadece onun üstün yeteneklerine özgü makamlar olarak kaldı. [2]
Mevlana Celaleddin’in gerçekte bütün Müslüman sufîlerin hayatları boyunca biriktirdikleri bilgiler ve deneyimlerinin bir ürünü olan şaheser yapıtı Mesnevî, nitelik açısından bütün dünyada insanlık tarihi boyunca yazılmış şiirlerin, bir başka deyişle dünya şiir tarihinin erişilemeyecek en yüksek doruklarında şaşırtıcı bir ihtişam ve göz kamaştırıcı bir görkemle yerleşmiş benzersiz bir ruhanî yücelik ve ululuk göstermektedir. [3]
A GÖNÜL…!
A gönül otur gönülden haberlilerin yanına
Yürü taptaze çiçeklerle dolu ağacın altına
Bu aktarlar çarşısında gezme boşa gezer gibi
Öyle biriyle otur ki şeker olsun dükkânında
Terazin yoksa çok geçmez, keser yolunu herkes
Sahte parayı süsler de, altın der yutturur sana
Geliyorum, az bekle der, kapıya oturtur seni
İki kapılıdır o ev, boşa oturma kapıda
Tas getirip oturma her kaynayan kazan başına
Başka bir şey vardır çünkü kaynayan her bir kazanda
Her kamışta şeker olmaz her altın bir üstü olmaz
Bakış bulunmaz her gözde, inci olmaz her deryada
İnle ey şakıyan bülbül, çünkü sarhoşlar inlerse
İşler, işler derinden taşlara da, kayalara da
Sığmazsan bırak başını; bak iğne gözüne
Başı vardır da ondandır eğer iplik sığmıyorsa
Uykusuz gönül bir lamba, koru eteğinle onu
Bu yelden, bu havadan geç, fitne var bu havada
Yelden geçip gittiğinde yerleşirsin bir pınara
Yoldaş olursun gönlünde pınar çağlayan bir dosta
Pınar çağlarsa gönlünde yeşil ağaca benzersin
Taze meyveli bir ağaç, gönül içre yolculukta [4]
Ancak onu, zaman zaman kamışlıktan ayrı kalmış bir kamış gibi vuslat arzusuyla yakıp kavuran, babasıyla birlikte Horasan’dan başlayan ruhun olgunluk aracı olarak kabul edilen yolculuğu, her tür hicret ve ruhanî seyahati tanımlamaktadır. Her halükarda onun bu göç hikayesi; başlangıcı karanlıklar ve belirsizliklerle karışık efsanelerle iç içe girmiş, sanılarla dolu bir rüyaya benzemektedir. [5]
Mevlana’nın, derin ve felsefi şiirleriyle sadece gönülleri fethetmekle kalmamış, insan düşüncelerini sevgiye ve gerçeğe doğru yönlendirmiş; eserleriyle edebiyatın en büyük simgelerinden biri haline gelmiştir.
Özellikle büyük bilge ve sufî Şems-i Tebrizi'yi tanıdıktan sonra yeni bir aşk ve tasavvuf dünyasına kapı aralamış, bu derin dostluk ve aşk onu tasavvuf şiirine yönlendirmiştir. Sultan Veled, Şems’in ikinci defa kaybolmasının ardından babasının aşkla şiirler söylemeye başladığını ve gece gündüz hiç ara vermeden semâ yaptığını belirtmektedir. [6]
Mevlana, Şems’i gönlünden kopup gelen ne denli derin arzu ve isteklerle aradığını, onu kavuşunca neler yaşadığını, onun erdemi ve üstün özelliklerini şu şekilde dizelerine aktarıyor:
Koştum durdum bütün şehirlerde, baştanbaşa gezdim ben
Görmedim kimseyi senin inceliğinde, güzelliğinde ben
Kurtuldum ayrılıktan, gariplikten döndüm
Bir kez daha bu devlete eriştim ben
Uzaklaşınca güzel yüzünün bahçesinden
Ne bir gül gördüm, ne bir meyve derdim ben
Ne söylerim: “Ölmüştüm sensizlikte kuşkusuz ben
Tanrı yeniden yarattı, can verdi, dirildim ben”
Öpeyim bırak ellerini, ayaklarını senin
Ver bayramlığımı, bayramımdayım bugün ben
Sana ey Mısırlı Yusuf, bir armağan
Böyle ışıltılı bir ayna aldım getirdim ben [7]
Mevlana Şems’in Konya’ya gelmesinden sonra vaazlarını, medresedeki dersleri, müridleri irşadı bir yana bırakmış, ilâhî aşk ve vecdi terennüm eden asıl Mevlana bu dönemde doğmuş, önceleri aşkı takvâsında gizli iken takvâsı aşkında gizlenmiştir. Dünya şiirinin zirvelerinden Dîvân-ı Kebîr’deki şiirlerin büyük bir kısmını bu devirde söylemiştir. [8]
Onun aşk ve tasavvuf felsefesi, farklı kültürlerden birçok insanın eserlerine ilgi duymasının temel nedenidir. Mevlana’nın eserlerinin ana eksenlerinden biri aşktır. Aşkı sadece insani bir duygu olarak değil, aynı zamanda hakikate ulaşmanın bir yolu olarak görür. Şiirlerinde aşk, Allah'a erişmeye ve kendini tanımaya giden bir köprü olarak sunulur.
Tasavvuf ve aşk konulu dizeleri her zaman gelecek kuşaklara ilham kaynağı olmuştur ve olmaya da devam edecektir. O, insanlığı her zaman gerçeği, sevgiyi ve aşkı aramaya davet eden eşsiz bir öğretmendir:
GÖNÜL KÂBESİ
Varsa eğer yüreğin Gönül Kâbesi’ni tavaf et sen
Mana Kâbe’si gönüldür, çamuru ne görürsün sen?!
Kâbe’yi tavaf edersin yalın ayak, yaya bin kez
Bir gönül incitirsen Hak asla kabul etmez
Durma! Ver malını, mülkünü de bir gönül kazan
Mezarın karanlık gecesinde gönül sana ışık verecek olan
Bin kese altın götürsen de sen huzuruna Hakk’ın
“Bize getirirsen bir gönül getir” olacak cevabı Hakk’ın
Altın da gümüş de bizim katımızda bir leştir sadece
İstediğimiz gönül, eğer bizi istiyorsan sen de
“Arş”tan, “kürsü”den, “levh” ve “kalem”den daha yüce
Yıkık gönül; sakın onu küçük görme
Değersiz görünse de sen aşağı görme bir gönlü asla
Yüceler yücesindedir gönül en aşağıda da olsa
Yıkık gönül yaratıcının nazargahı
Onu onaran ne kutlu, ne kutlu canı
Bağla hizmet kemerini, köle gibi gönüllere hizmette
Durup direnirsen bu yolda açılır kapılar önünde
Amacın mutluluk ve ikbal olursa senin
Uzaklaşırsın kibirden, sevgilisi olursun gönüllerin
Vurunca birlikte seninle gönüller
Fışkırtır hikmet kaynaklarını yürekler
Hayat suyu akmaya başlar dilinden sel gibi
İlaç olur hastalıklara nefesin Mesih gibi
Sus! Sen gönül vasıflarını anlatıp bitiremezsin!
Her saç telinin üzerinde olsa da iki yüz dilin![9]
Mevlana’nın üzüntüsü, perişanlığı bu kez sınırları aşıp kendisini son derece rahatsız etmeğe başladı. Birinci gidişinde onun ayrılık derdi Mevlana’yı sessizliğe, bir köşeye çekilmeye itmişti; nitekim semaı, raksı, şiiri, ve gazel söylemeyi terk etmiş, herkese kapısını kapamıştı.
SENSİZ OLMUYOR…
Başkaları olmadan oluyor, ama sensiz olmuyor,
Sen dağlamışsın çünkü gönlümü, bu gönül sensiz olmuyor.
Senin sarhoş aklının gözü, kahpe feleğin durmadan dönüşü,
Eğlencenin, coşkunun efendisi, safa sensiz olmuyor.
Can seninle coşuyor, gönül seninle içince zevkten uçuyor,
Aklım çılgınca coşup taşıyor, bir türlü sensiz olmuyor.
Şarabım sensin, mahmurluğum sen, bağım sensin, baharım sen,
Uykum sensin, kararım da sen, asla sensiz olmuyor.
Makamım sen, celalim sen, saltanatım da mülküm de sen,
İçtiğim tertemiz berrak su sen, sensiz olmuyor.
Bazen vefâlı bir dostsun, bazen cefa ediyorsun,
Benimsin sen, nereye gidiyorsun, sensiz olmuyor.
Gönül vereni incitiyor, tövbe edenin tövbesini bozuyorsun,
Bütün bunları sen yapıyorsun, yine de sensiz olmuyor.
Sensiz olsaydı eğer, dünya altüst olurdu,
İrem Bağı cehenneme dönerdi, sensiz olmuyor.
Sen baş isen, ayak olurum ben, sen avuç olsan, ben alem,
Terk edip gidersen yok olurum, sensiz olmuyor.
Uykularımı çaldın, her şeyimi yok ettin,
Herkesle ilişiğimi kestin, yine de sensiz olmuyor.
Sevgilim olmazsan eğer, olur her işim perişan benim,
Ey can dostum, gam ortağım, sensiz olmuyor.
Sensiz ne yaşamak güzel, sensiz ne ölüm güzel,
Derdinden nasıl kurtulacağım söyle, sensiz olmuyor.
İyi ya da kötü ne dersem diyeyim, bir değeri yok sözümün,
Lütf edip söyler misin, neden sensiz olmuyor?[10]
GİTME BENSİZ...
Bu ne salınarak gidiş, canımın canı gitme bensiz,
Ey aşıkların canı, bağa, bahçeye gitme bensiz.
Ey felek dönme bensiz, ey ay doğma bensiz,
Ey toprak bitirme bensiz, ey zaman yürüme bensiz.
Bu dünya senle güzel, o dünya da senle güzel,
Bu dünyada olma bensiz, o dünyaya gitme bensiz.
Ey ayan bilme bensiz, Ey dil, okuma bensiz
Ey göz görme bensiz, ey ruh gitme bensiz.
Gece ayın ışıltısıyla aydınlık görür kendini,
Geceyim ben, sen de ayım, gitme göklere bensiz.
Diken güvencede şimdi ateşten; gülün ince gölgesinde,
Gülsün sen, ben de dikenin, gitme gül bağına bensiz.
Vay haline bu yolda sensiz, kılavuzsuz gidenlerin!
Sensin benim kılavuzum, ey kılavuzum, gitme bensiz.
Vay haline bu yolda bilgisiz gidenlerin!
Yolumun bilgesisin sen, ey yolumun bilgesi gitme bensiz.
Başkaları aşk der sana, ben aşkın sultanı derim,
Ey zandan, sanıdan yüce yar, gitme bensiz.[11]
KAYNAKÇA
Mevlana Celaluddin, Dîvân-i Şems, Tahran 1396 hş., Gazel no: 563.
Mevlana Celaluddin, Mesnevî-yi Ma’nevî, Tahran 1396 hş.
Öngören, Reşat, Mevlana Celaleddin-i Rumî, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi/DİA, XXIX, 445.
Zerrinkûb, Abdulhüseyn, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 275.
[1]Mevlana Celaleddin, Mesnevî-yi Ma’nevî, I. Defter: Beyitler: 10, 13, 25, 26, 31, 33,36.
[2] Zerrinkûb, Abdulhüseyn, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 273.
[3]Zerrinkûb, Abdulhüseyn, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 273.
[4]Mevlana Celaleddin, Dîvân-i Şems, Gazel no: 563.
[5]Zerrinkûb, Costucû Der Tasavvuf-i Îrân, s. 275.
[6] Öngören, Reşat, Mevlana Celaleddin-i Rumî, DİA, XXIX, 445.
[7] Mevlana Celaleddin, Dîvân-i Şems, Gazel no: 1508.
[8] Öngören, Reşat, Mevlana Celaleddin-i Rumî, DİA, XXIX, 445.
[9] Mevlana Celaleddin, Dîvân-i Şems, Gazel no: 3104.
[10]Mevlana Celaleddin, Dîvân-i Şems, Gazel no: 553.
[11]MevlanaCelaleddin, Dîvân-i Şems, Gazel no: 3195.
Yeni yorum ekle