
Modernleşme Sürecinin Temel Taşları
Fahri Atasoy
Modernlik kavramı Batı düşüncesinde özellikle sanayi toplumu sonrası çok tartışılmıştır. Modern, modernite (modernity), modernizm (modernism), modernleşme (modernization) kavramları belirli sosyal süreçler ve olgular için kullanılmıştır. Bazı durumlarda ideolojik kullanımlarına da rastlanmaktadır. Dolaysıyla kavrama yüklenen anlam konusunda karışıklıklar doğması normaldir. Özellikle kapitalizm adı verilen süreçten sonra meydana gelen birtakım sıkıntılar modernleşme kavramına eleştirileri artırmıştır. Bu sıkıntıların sebebi olarak modernleşme adı altındaki yeni uygulamalar ve özellikle kalıplar görülmüştür. Bu eleştirileri anlayabilmek için farklı düşünürlerin farklı bağlamda yaptığı eleştirilere ayrı ayrı bakmak gerekir.
Modernleşme kavramını temellendirmek için Avrupa’daki gelişmelere bakmak gerekir. Tarih bütün milletler ve medeniyetler için bir akış içindedir. Bu akışın yönü belli değildir. Fakat Avrupa’da Yeni Çağ döneminde bu akış değişmiş görünmektedir ve akışın yönü toplumları geçmişten kopartarak ileriye doğru götürdüğü düşünülmektedir. Bununla ilgili olgusal temeller vardır. Yazımızın amacı zaten bu temelleri görmek ve okurlara gösterebilmektir.
Batı düşünce tarihinde Orta Çağ sonrası modern dönem olarak adlandırılır. Modern felsefenin başlangıcı Katolik Kilisesi’nin etkisinden kurtulmaya çalışan bir felsefe kurmaktır. Bunun öncüleri arasında ilk sırada Fransız filozof Rene Descartes gelir. Modernliğin başlangıcı için Descartes’ın ontolojisine ve epistemolojisine bakmak yeterlidir. Descartes’ın meşhur ilk önermesi: “düşünüyorum öyleyse varım” [Cogito, ergosumor I think, therefore I am.] merkeze insanın konmasıdır. Düşünen insan hem varlığın hem doğru bilginin dayanak noktasıdır. Bunun dışında kalan bütün bilgilerin güvenilirliği yoktur ve doğruluğu şüphelidir. Hakikate ilişkin açık-seçik, güvenilir ve kesin bilgi ancak insan zihninde temellendirilebilir. Başlangıç noktası burası olmalıdır. Bütün düşünceler ve bilgiler bunun üzerine inşa edilebilir. İki dönemin temel ayrışma noktası burada saklıdır. Descartes’ı takip edenler de eleştirenler de referans olarak insan zihnini merkeze alırlar. Buradaki insan henüz birey olan değil, tür olan insandır.
Descartes, aynı zamanda iyi bir matematikçidir. Tanrı’nın evreni yaratmadığını ama zaten töz (cevher) olan maddeyi matematiksel akıl ile işlediğini ve kurduğunu iddia eder. Evren matematiksel bir mekanik sistem içinde çalışmaktadır. Bütün doğa olayları mekanik bir nedensellik sisteminde sürmektedir. Dolaysıyla evrende Tanrı’nın mutlak aklı ile şekillenmiş doğanın yasaları egemendir. Bilim bu yasaları keşfetmek ve çözümlemek ile ilerleyebilir. Dolayısıyla Descartes’ın evren tasarımı yeni dönemin bilim yapma zeminini de oluşturacaktır. Newton gibi matematik bilen bilim adamları doğanın yasalarını keşfetmeye başlamışlardır. Modern bilimin öncüleri Rönesans döneminde ortaya çıkmış gökbilimcileri olsa da fizik alanındaki başarılar modernliğin temellerini oluşturur. Modern öncesinde olmayan yeni yöntemler ve yeni bulgular modernliğin adeta sembolleri olmuştur. Doğa bilimleri modernliğin temelleri arasında yer alır.
Felsefede ve bilimde modern adımlar Orta Çağ zihniyet dünyasına mesafe koyma girişimidir. Orta Çağ’da hakim olan anlayış Katolik dini öğretileri çerçevesinde skolastik düşüncedir. Buna göre her şeyi bilen Tanrı bize zaten bütün bilmemiz gerekenleri kutsal kitabı ve seçilmiş insanları tarafından bildirmektedir. İnsana düşen görev bunları kabul etmek (iman) ve öğrenmektir. Modernlik bunu ortadan kaldırmıştır. Tanrısal olana ve Kilise’ye mesafe koyarak insanın kendisinin rolünü güçlendirmiştir. Sekülerlik olarak adlandırılan bu mesafe koyma işi insanın özgürleşmesine, düşünmesine, araştırmasına yol açmıştır. Modernliği temellendireceğimiz önemli noktalardan birisi de burasıdır. Seküler yaklaşım felsefede ve bilimde dinin etkisini sınırlandırmakta, insan düşüncesine ve araştırma başarısına yol açmaktır. Bu sebepten dolayı sekülarizm modernleşme ile birlikte kullanılmaktadır. Buradaki muhatap din Batı Avrupa’nın her şeyine egemen olan Katolikliktir.
Katolik dini Hıristiyanlığın bir yorumu ve bir tür uygulamasıdır. Roma İmparatorluğu’nun egemenlik araçlarından birisidir. Avrupa’da sürdürülen feodal sistemin en önemli dayanağıdır. Halkı sömürmek için kurulan siyasi ve ekonomik düzenin en büyük meşrulaştırma kaynağıdır. Aristokratlar, derebeyler ve krallar güçlerini Katolik Kilisesi (Papa) aracılığı ile Tanrı’dan aldıklarını söylemektedir. “Bize itaat etmek ve hizmet etmek Tanrı’ya karşı görevlerinizdir” anlayışı ile bastırdıkları halk artık bezmiştir. Burada halk olarak tanımladığımız kitle kırsal alanda tarım ve hayvancılık yaparak ekonominin yükünü sırtlarında taşıyan köylülerdir. Nüfusun yaklaşık yüzde 80 civarını oluştururlar. Üretirler ve ürettiklerini toprak sahiplerine teslim ederler. Bu toprak sahipleri aynı zamanda onların da sahipleridir. Mevcut din tamamen insanları sömürmeye hizmet eden bir dindir. Bu dine karşı rahatsızlıklar başlamıştır. Martin Luther tepkisini yüksek sesle dile getirenlerden birisidir. Reform hareketleri böylece başlamıştır. Luther’in geliştirdiği yeni din yorumu Protestanlık modern bir din olarak şekillenecektir. Max Weber modern kapitalizmin temelinde rasyonelleşmenin ürünü olan Protestanlığın ahlak öğretisini görür. Dolayısıyla modernliğin temellerinden birisi olarak Hıristiyanlık dininin rasyonelleşmesi sayılmalıdır. Buradaki temel ilke rasyonelliktir. Rasyonellik, modernliğin en önemli göstergelerinden birisidir.
Modern dönemin köklü değişimlerinden birisi siyasal yapılarda oldu. Kilise’den güç ve meşruiyet alan feodal beyler ve krallara karşı halk isyanları başladı. Siyasal yapının üzerine yeniden inşa edilebilecek bir zemin arandı ve bulundu. Bu zemin halk egemenliği veya millet varlığı olarak tespit edildi. Modern devlet kurulurken siyasal meşruiyetin temeli değişti. Milletleşme süreciyle güç toplayan ülkeler devletlerini modernitenin ilkelerine göre biçimlendirdiler. İnsan merkezli bir sistem olarak öne çıkan modernleşme siyasette bireylere de yer açtı. Bireyleri devletin eşit yurttaşı haline getirirken yönetimde söz hakkı verdi. Demokrasi adı verilen yeni yönetimle bireyler söz hakkını temsili olarak vekiller ve siyasi partiler aracılığıyla kullanmaya başladı. Bu durum tamamen yeni bir siyasal yapılanma idi. Modernliğin temellerinden birisi olarak yerini aldı. Bu süreçte Fransız Devrimi sadece sembolik bir değer oldu. 19. Yüzyıl milletler ve milliyetçilikler çağı olarak adlandırıldı. Modern devletler “ulus devlet” modelinde gelişti. Batı Avrupa’da meydana gelen bu gelişmeler hemen dünyaya yayılmaya ve başka toplumları etkilemeye başladı. Bunlardan birisi de Osmanlı toplumu oldu. Osmanlı’da modernlik adına ilk yapılanlar siyasal alanda oldu. (Ayrı bir yazı konusu: Türk modernleşmesi)
Modernleşme, fizikteki bileşik kaplar misali toplumsalın bütün alanlarında görülen köklü değişim ve dönüşümlerle gelişti. Bu alanlardan birisi teknoloji başlığı altında ele alınabilir. Doğa bilimlerinde elde edilen büyük başarılar çok önemli bilgileri kullanma imkanı verdi. Böylece teknolojik araç ve gereçler icat edilmeye başladı. Bir nevi “teknoloji devrimi” yaşandı. İnsanlık tarihinde alet ve araç-gereç geliştirme hep toplumsal ilerleme sağladı. Tarihçiler çağları biraz da bu ölçüte göre sınıflandırdı. Yeni Çağ’da çok hareketlenen Avrupa insanları adeta icat yaratmakta birbiriyle yarıştılar. Buhar ile enerji elde edip motor yapmak yeni bir devrimin kapılarını araladı. Buharlı gemiler, trenler, fabrikalar Sanayi Devrimi’nin habercisi oldu. Modernleşmenin sembol başarılarından birisi şüphesi bu son gelişmeler oldu. Sanayileşme Avrupa’daki toplumları kökten sarstı ve geçmişle tamamen bağlarını kopardı. Yeni olarak ortaya çıkan sistemler artık eskiyle kıyaslanmayacak şekilde toplumları farklılaştırmış oldu. Artık bir modern ve bir de modern öncesi var dendiğinde anlaşılır bir gerçeklik ortaya çıktı. Sosyolojinin çalışmaya başladığı alan bu değişimi ve dönüşümü çözümleme, açıklama, anlama çabası olarak belirlendi. Sosyoloji sanayi toplumu adı verilen bir gerçeklik üzerinden hareket etti.
Sanayi devrimi ve sanayi toplumu modernliği anlatabilmek için kullanılabilecek en çarpıcı olgudur. Yeni Çağ’da başlayan rasyonel, matematiksel ve mekanik evren tasarımı önemli başarıların kıvılcımı oldu. Bu kıvılcım sanayi toplumu olarak somutlaştığında hesaplanabilir, ölçülebilir, mekanik olarak çalıştırılabilir, sistemleştirilebilir, yönetilebilir akılcı bir durum ortaya çıkarttı. Bu durum insanlar tarafından yaratılmış olmasına rağmen insanları sınırlandıran ve baskılayan bir güç merkezine de dönüştü. Modernizm eleştirileri burada başladı. Buraya kadar insana fırsat veren, özgürleştiren, yaratıcılığını teşvik eden, ilerleme sağlayan ortam bozulmaya başladı. Ama bu olumsuzluklar modernleşmeyi anlamak için sanayileşmeyi çok iyi analiz etmek gerektiğini ortadan kaldırmadı. Descartes’ın rasyonel ve mekanik evren ve doğa tasarımının toplumsal hayatta inşa edilmesi çok şaşırtıcı olmasa gerek. İnsanoğlu Batı dünyasında kurmaya başladığı medeniyetin merkezine aklı koyarken, kendi dünyasını inşa edebileceğine de inanmıştı. Sanayi toplumu bu çerçevede kapitalist sistem olarak da kendisini gösterdi. Modernliğin yeni görüntüsü veya yeni ürünü kapitalizm oldu.
Kapitalizm üzerine pek çok analiz yapıldı. Üzerine düşünceler üretildi, tartışıldı, eleştirildi. Kapitalizm insanoğlunun Batı Avrupa’da yarattığı atmosferin ortaya çıkarttığı bir sistemdi. Modernleşme, rasyonelleşme, sanayileşme süreçlerini kendi çapında yaşayan toplumlar bu sistemin içinde yer aldılar. Kapitalist sistem çok çalışmayı, çok biriktirmeyi, çok kazanmayı ve zengin olmayı vadeden bir motivasyona sahipti. Sanayileşme bunu kolaylaştırıcı bir araç oldu. Sanayileşmeyle üretimi artıran toplumlar bu ürünlerini daha etkili bir şekilde pazarlamak istiyorlardı. Üretim sürecinde ortaya çıkan rasyonel sistemler karşımıza şirketler, markalar, profesyoneller, yöneticiler ve patronları çıkarttı. Pazarlama işi ise başlı başına bir bilimsel rasyonel çözüm istiyordu ve geliştirildi. Modern toplumun en önemli özelliği olarak ortaya çıkan kapitalizm daha çok kazanmak için diğer insanları vicdansız bir şekilde sömürmeye başladı. Bu sömürü kendi ülkesinde fabrikalarda işçi olarak çalışan sınıftan başladı, başka ülkelerin topraklarını ele geçirme şeklinde kolonilerle genişledi. Bu işi yaparken de insan aklı kullanılıyordu. Modern toplum fabrikalar kurulduğu için kırsaldaki insanların kentlere göç ettiği ve yeni bir hayata başladığı bir ortam yarattı ama sömürüyü bitirmedi. Feodalizmin köylüleri sömürmesi gibi fabrika sahipleri de işçileri sömürüyordu. Modernizmin çelişkiye düştüğü ve ilerleme yerine krizlerin ortaya çıktığı bir dönem başladı.
Kapitalizm eleştirisi yine rasyonel düşünme ürünü olarak ortaya çıktı. Sosyalizm veya komünizm ideolojileri çok ciddi kapitalizm eleştirileri üzerine gelişti. Bu eleştiriler de modernliğin bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Modernlik tek yönlü ve tek biçimli bir ilerleme olmadı. Kapitalizm döneminde geliştirilen en güçlü eleştiri olarak Marksizm (komünizm) ile farklı bir kulvar açıldı. Kapitalizm ve komünizm arasındaki çelişki ve çekişme yeni dönemin en önemli problem alanını oluşturdu. Artık yeni dönem modern sonrası olarak da adlandırılmaya başlandı. Sanayi sonrası, kapitalizm sonrası, modern sonrası gibi kavramsallaştırmalarla yeni dönemin şifreleri çözülmeye çalışılıyor. Küreselleşme, bilgi toplumu, dijitalleşme kavramları da belki modernliğin yeni versiyonları olarak tarihte yerlerini alacaklar. Kimbilir. Olgular için biraz süreye ihtiyaç var.
Çağdaş toplumbilimcilerden George Ritzer küreselleşme üzerine analizler yaptığı Toplumun McDonaldlaşmasıisimli kitabında yeni sürecin modernleşmenin devamı olduğunu değerlendirir. Ona göre Amerikan toplumunun dünyaya sunduğu fast-food restoran zincirlerini akılcılaştırma modeli olarak bürokratik yapının yerini alacak devrim niteliğinde bir yenilik olarak kabul eder. Max Weber’in modern toplumu analiz ederken kullandığı bürokrasi ve akılcılaştırma kavramlarını günümüz şartlarına uygulamayı dener. Weber modernliğin temelinde yer alan akılcılaştırmanın birçok yenilik getirdiğini ama aynı zamanda içinde bir paradoks yarattığını iddia eder. Akılsallığın “demir kafesi” adını verdiği boyutu özgürlüğün ve yaratıcılığın önünde engel oluşturduğu eleştirisini dile getirir. Aklın ve modernliğin ürünü olan bürokratik kurumlar belli bir zaman sonra kaçış yollarını engelleyen bir ağa dönüşür ve insanları demir kafese almış olur. Ritzer, Amerika menşeli fast-food zincirlerinin mekan, işletme, fiyat ve kalite standartları oluşturarak bütün dünyaya yayılmasını bir olgu olarak tespit eder. Ona göre yayılma işlemi modernleşmenin yarattığı sistemin sonucudur. Bunun aynı zamanda olumsuz yansımaları olacaktır ve bu yönü eleştiriye tabidir. Modernleşmenin simgesi haline gelen akılcılık, ölçülebilirlik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik, verimlilik, denetlenebilirlik yeni sistemlerde öne çıkan özelliklerdir.
Modernleşme ve modernlik konusunda sosyal bilim literatüründe oldukça fazla eser vardır. Bu eserler olgunun farklı yönlerini irdeler ve eleştirir. Modernleşme çok yönlü bir süreçtir ve bu süreçte ortaya çıkan çok önemli sonuçlar vardır. Çağdaş batı medeniyeti dediğimiz parlak başarılar modernliğin sonuçlarıdır. Buharlı motorun icadıyla hız kazanan süreçte denizlerde buharlı gemilerle, karada buharlı trenlerle ulaşım kolaylaşmış ve ticaret farklı bir boyuta evrilmiştir. Fabrikaların kurulmasıyla meydana gelen üretim tarzının değişimi bambaşka bir dünyanın doğmasına yol açmıştır. Sonuçlar bir tarafa bu başarılara yol açan dinamiklere ve sebeplere yoğunlaşmak gerekir. Biz Türkler iki yüzyıldan fazla zamandır yenileşme-muasırlaşma-batılılaşma adlarıyla bir süreç yürütüyoruz ama sanırım asıl dinamikleri ıskalıyoruz.
Yeni yorum ekle