
Anlam Bilimin Derinliği…
Kelimelerin anlamlarını inceleyen bilim dalının anlam bilim (semantik) olduğu birçok kişi tarafından bilinmektedir. Anlam bilim, felsefi ya da mantıksal ve dilbilimsel olmak üzere iki farklı açıdan ele alınabilir. Felsefi ya da mantıksal yaklaşım, göstergeler ya da kelimeler ile bunların göndergeleri arasındaki bağlantıya ağırlık verir. Adlandırma, düz anlam, yan anlam, doğruluk gibi özellikleri inceler. Dilbilimsel yaklaşım ise zaman içinde anlam değişiklikleri ile dilin yapısı, düşünce ve anlam arasındaki karşılıklı bağlantı gibi konular üzerinde durur.
Anlam, dilbilim bağlamında söylemlerin ve yazılı metinlerin zihindeki çağrışımları olarak tanımlanabilir. Ancak bu tanım yetersizdir. Birçok kaynakta değişik tanımlamalar mevcuttur. Genel olarak anlam niyet, değer, bilgi vb. pek çok kavramı karşılayan bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yazının konusu anlam bilim olmadığı için ve dil bilim hususu birden fazla yazının muhtevası olabileceği için semantiğe ayrıntılı olarak değinilmesi gerekli görülmemiştir.
Diğer yandan kelimeler, dolayısıyla kavramlar dünyası o kadar zengindir ki özellikle hocaların, hatiplerin, siyasi liderlerin, toplum önünde konuşma yapan veya yapmak zorunda kalan herkesin basit de olsa anlam bilimden yararlanması ve kelimelerin bildiğimiz anlamlarından çok daha fazla şey ifade ettiğini bilmesi gerekir. Zira söz konusu kişilerin ağızlarından çıkan her sözün toplumda ve yaşayan Türkçede kalıcı hasarlar bırakması muhtemeldir. Bu çerçeve içinde birkaç örnek kullanım üzerinde durmak yararlı olabilir.
Mesela “efendi” kelimesinin Türkçe Sözlükte veya diğer sözlüklerde çeşitli anlamları bulunmaktadır. Söz konusu muhtelif anlamlar şöyledir:
1. isim Günümüzde bey ünvanından farklı olarak özel adlardan sonra kullanılan ikinci derecede bir ünvan:
“Yeni ev, Rüstem Efendi’ye kiraya verildi.”-Yusuf Ziya Ortaç
2. isim Buyruğu yürüyen, sözü geçen kimse:
“Köylü memleketin efendisidir.”-Atatürk
3. isim ► koca (I):
“Bizim efendi artık geceleri de eve gelmiyor.”-Cahit Uçuk
4. ünlem (efe’ndi) Hizmetlilere seslenilirken kullanılan bir söz.
5. ünlem (efe’ndi) Erkekler için kullanılan bir seslenme sözü:
“Efendi! Allah'ın emriyle kızını bana ver.”-Sait Faik Abasıyanık
6. sıfat, mecaz Görgülü, nazik, kibar olan.
7. isim, eskimiş Eğitim görmüş kişiler için özel adlardan sonra kullanılan ünvan.
Anlam bilim açısından değerlendirildiğindeise kelimenin Arapça kökenli olduğu ve Bizans’ta bir saygı ünvanı olan Yunanca“avthéntis” (otantik) kökünden türetilmiş; bey, sahip, Mevla anlamında bir kelime olduğu görülmektedir. Ayrıca Arapça “Rab” kelimesinin karşılığı olarak da kullanılır. Buradan yola çıkarak “efendi” için son zamanların muhtevası ihmal edilerek kullanılan kadersiz kelimelerinden biridir denilebilir. Buradan yola çıkılarak kendilerinden yaşça küçük ya da büyük amirlerine hitap ederken el bağlayıp “tamam efendim” pozisyonu alan kimselerin bu davranışları hakkında biraz kafa yormaları gerekmektedir.
Bu hususa ışık tutması açısından değerlendirilmesi doğru bulunan bir diğer ifade ise “Kimsesizler kimsesi” tabiridir. “Ben kimsesizler kimsesiyim” deyişi başlı başına bir dalalettir. Zirabu tabirin,yaklaşık beş asır önce yaşamış Rûşenî adlı dîvân şairinin aşağıdaki beytinde de görüleceği gibi Allah’ı ifade ettiği açıktır:
“Kimsesüzhîç kimse yok, her kimsenün var kimsesi
Kimsesüz kaldım, yetiş Ey Kimsesüzler Kimsesi!”
Hâlbuki bütün bu örneklerde görülen ve emsali çoğaltılabilecek yanlış kullanımların, evrensel değerlere uymayan ve beynelmilel kötü alışkanlıklara örnek gösterilebilecek bir kavram olan kibirden kaynaklandığı da işin bir başka cephesidir. Tam da kendini gizli bir şekilde üstün görüp bunun farkında olmayarak etrafındaki kişilere akıl vermek suretiyle onları eleştirme yoluna giden kimselereçokyakışan bir sıfat değil midir: kibirlilik. Üstelik bu kibirlilik hâli, “Bana ve size ne işleneceğini ben bilmem!” diyen bir Peygamber’in ümmetine yakışmayacağı gibi toplumu, dolayısıyla da yaşayan Türkçenin anlam bilim unsurlarını olumsuz yerlere taşıyabilir. Kelime gruplarının kavram dünyası açısından derin anlamlar içerdiğini, dolayısıyla günlük kullanımlar dışında anlam bilimin hassasiyetle yararlanılması gereken bir alan olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.
Bu kapsamda sıkça yanlış kullanılan kelimelerden biri de “mucize” kelimesidir. Zira her ne kadar kelimeyi mecaz anlamıyla kullandığını ifade etse de insanoğlu, bunu alışkanlık hâline getirmemelidir. Çünkü mucize kelimesi, bilindiği gibi aslında “Peygamberlerin kendilerine inanmayan insanlara peygamberliklerini ispat etmek amacıyla Allah’ın iznine bağlı olarak gösterdikleri olağanüstü olaylar, hâller” şeklinde tanımlanmıştır. Öyleyse illa insanları hayran bırakan, insan aklının alamayacağı, olağanüstü, şaşırtıcı olaylar karşısında kaldıysanız “mucizevî” kelimesini kullanmalı değil misiniz? Üstelik burada hem sıfat hem isim durumunda kullanıldığında kelime, bir olaya ya da duruma karşılık gelmektedir. Yani Âdemoğulları doğurdukları çocuklarını nitelemek için ya da eşlerini; analarını, arkadaşlarını nitelemek için “mucize” kelimesini kullanmamalıdır. Belki de durum böyle harikulade anlamlarayelken açarken Hz. Ebu Bekir’in o meşhur duasını da hatırlamalı: Allah’ım beni cehennemine at, fakat vücudumu o kadar büyüt ki başkasına yer kalmasın! Kendi inancı, yaşam biçimi, davranış telkinlerine uymayan herkesi “cehennemlik” gören ve bu gafletine paralel söylemlerde bulunan, mütevazı olmanın sınırlarını aşmış; belki de o hududu hiç tutturamamış herkes sanki bu derin deryaya kulak kesilmeli…
Son olarak burada, teşbihte hata olmaz sözünün, bir şeyi bir şeye benzetirken kelimeleri gönlümüzcekullanabileceğimiz anlamına gelmediğini bilakis, bir benzetme yapılacaksa benzeyen ve benzetilen ögenin tam olarak birbiriyle örtüşmesi gerektiği mealinde olduğunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Mecazlar elbette Türkçenin kavram dünyasının vazgeçilmez zenginlikleridir. Fakat anlam bilim ve kelimelerin çağrışımları, toplumla birlikte Türkçeye dolaylı olarak yön verenlerin göz önünde bulundurmaları gereken önemli birer yol göstericidir. Mecaz, göstergeleri yanlış kullanabiliriz anlamına gelmez. Bu gibi kaidelere dikkat edilmezse tıpkı, kadersiz diye nitelendirdiğimiz “efendi, kimsesizler kimsesi, mucize” kelimelerinde olduğu gibi yaşayan Türkçenin kavram kargaşasına sürüklenmesi kaçınılmaz görünmektedir. İşte bütün bu sebeplerle şahsımıza ait görüşlerin, toplumun fertlerini aşağılayıcı, yargılayıcı, küçümseyici bir biçimde üstelik pratik zekâlı olduğumuzu kastederek (!) çeşitli sosyal medya kanalları üzerinden paylaşılması Üstat Cemil Meriç’in“Kibirden vazgeçersek sevimli oluruz” sözünü yüzümüze çarpmayı gerekli kılıyor… Benzer doğrultuda, ne diyordu Mevlana: Baktığın benim, gördüğün sensin… Anlam bilimin derin suları, bizi bu bilinçsiz yargılardan kurtarmaya çağırıyor…
Dr. Seda Artuç Bekteş
Yeni yorum ekle